Türklerde Spor Var Mıydı?
Türklerde spor, eski Türklerde spor kültürü, Türk spor tarihi gibi konular son zamanlarda sürekli araştırılmaktadır. Türklerde spor konu başlığında bu yazımızı beğendiğiniz takdirde arkadaşlarınızla paylaşmayı ihmal etmeyin dostlar.
İnsanların vücutlarına ait gücü veya çevikliği yarıştırma, zihin güçlerini kurallara uygun bir biçimde sınama niyeti taşıyan karşılama ve karşılaştırma adına spor denilmektedir.
Türklerde Spor Konusuna Genel Bir Bakış
Spor kavramı insanlığın varoluşuyla ortaya çıkan, toplumun içinde bulunduğu dönemin koşullarına ve şartlarına göre yeniden şekillenen bir süreçtir. Spor, öncelikle bedensel bir faaliyet daha sonra ise bir oyun, günlük yaşamdan uzaklaşma, bireyler arasında karşılıklı etkileşim ve sosyalleşme aracıdır.
Spor, kişinin ruhsal ve bedensel gelişimini düzenleyen bir etkinlik gibi görünmekle birlikte çağımızın en büyük sosyal olaylarından biridir. Artık sadece boş zamanlarında eğlenmek, oyalanmak için değil, yaşamını sürdürmek için, “iş ve meslek” olarak da sporu seçebilmektedir insanoğlu… Öte yandan spor, ahlaksal kurallarıylada barışın en sağlam köprülerindendir.
Sporun tanımı yapılacak olursa; bedeni veya zihni geliştirmek amacıyla kişisel veya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre uygulanan hareketlerin tümü veya belirli ölçüde fiziksel güç ve beceri olarak tanımlanabilir.
Türk Spor Tarihi
İnsanlığın doğa koşulları ile tanışarak ona uyması ve doğada egemen olmaya başlaması ve kendisini korumak için tek araç olan vücudunu ve adaletlerini geliştirmesiyle başlar. İnsanlık tarihi ile insanın korunma ve güvenliği sağlama mücadelesi birlikte başlamıştır.
İlk çağlardan kalma bazı resimler, spor dallarının da yavaş yavaş belirdiğini göstermektdir. Ancak spor tarihinin başlangıcı diye adlandırılan resimlerin çoğu savaş ile yakından ilgilidir. Av yaklamak veya düşmandan kaçmak için koşma, atlama ve tırmanma gibi başlangıçta kendini koruma içgüdüsüyle ilgili faaliyetler spora atletizm dalları olarak geçmiştir.
İnsanların araca gerek duymadan başkaları veya hayvanlarla doğrudan beden gücü ile yaptıkları mücadeleler ise güreş ve boksun kaynağı sayılmaktadır.
Spor gelişimi uygarlık tarihinide olumlu yönde etkilemiştir. Ok, kılıç, mızrak, cirit gibi savunma olsun, kayık, kızak, kazak gibi insanı doğaya egemen kılacak çeşitli araçlar yapmıştır. Türk milletinin sosyal tarihi içinde oluşan spor tarihinin, çağlar içindeki akışında, yaşadıkları ortam etkili olmuştur.
Tarih, Türkleri çok eski zamandan beri sportmen bir millet olarak kaydetmiştir. Bugün hala dünya milletlerince dilden dile dolaşan “Türk gibi kuvvetli” cümlesi örnek olarak söyletilmiştir. Üstelik bu üç beş asırlık bir geçmişin değil, birkaç bin senelik bir tarihin eseridir. Türk sporunun ve sporculuğunun çok parlak bir geçmişi vardır. Türk spor tarihi, büyük zaferler, başarılar ve spor kahramanlıkları ile doludur.
Türklerde spor, bir nevi savaşçı gücün etkisiyle ortaya çıkmış denilebilir. Türkler spor sayesinde güçlü ve diri kalmışlardır. Spor, savaşa hazırlık safhası olarak da görülmüştür. Dolayısıyla da yediden yetmişe spora büyük önem verilmiş, çocuklar buna yönlendirilmiştir. Türk sporcularının kırdığı bazı rekorlar dikilen anıtlar ile günümüze kadar gelmiş iken bazıları da müzelerimizde yer almaktadır.
Türklerin yapmış olduğu sporların bazıları şunlardır;
- Güreş,
- Karakucak Güreşi
- Aba Güreşi
- Kırkpınar Yağlı Güreşleri
- Okçuluk,
- Binicilik,
- Cirit,
- Avcılık
1-Güreşler
Rakibe vurmadan, kollar bacaklar ve gövdeyi kullanarak, onu atletmeye dayanan spor dalı. Güreş Türklerde en eski spor türlerinden biri olup, ata sporumuz olarak kabul edilmektedir. Güreş, tarihimizin her devrinde şehirden köye kadar her yerde yapılmıştır.
Eski Türklerde MÖ. 6. yüzyılda kurulan, bugünkü söylemiyle “sporcu”dediğimiz “Alplik” teşkilatı vardır. Eski Türklerde böyle bir teşkilatın varlığı yüksek bir spor kültürünün varlığına işarettir. Ülkemizde ve diğer Türk diyarlarında güreş yapanlara pehlivan veya pehlevan denilmektedir. Pehlivan sözcüğü farsça bir kelimedir.
Türklerde güreş çeşitli şekillerde yapılmaktadır. Kültürel özellik taşıyan spor kültürümüzün bir parçası olan güreşlerimiz şunlardır; karakucak, aba, kuşak, şalvar ve yağlı güreş; nam-ı diğer kırkpınar.
1-1- Karakucak Güreşi
Karakucak güreşi, öz ve öz milli güreştir. Orta Asya’dan kaynaklanan bu geleneksel güreşte yüzyıllar boyunca görüntü ve kurallarında çok az değişim olmuştur. Bu güreş “serbest güreş” olarak da bilinmektedir. Aslında daha çok yağlı güreşin yapılmadığı kesimlerde yapılmaktadır. Örneğin ülkemizde yoğun olarak karakucak güreşinin yapıldığı bölgeler şunlardır; Amasya, Tokat, Samsun, Çorum, Sivas, Erzincan, Erzurum, Yozgat ve Kahramanmaraş.
Pehlivanlar, keçi kılından veya çadır bezinden ve genelde siyah renk olan “pırpıt” giyerler. Karakucak güreşte pehlivanlar, yaşlarına, güçlerine, kuvvetlerine ve ustalıklarına göre güreştikleri boylara ayrılır. Günümüzde minder güreşi diye bildiğimiz serbest güreş aslında karakucak güreşinin formüle edilmiş şeklidir.
1-2-Aba Güreşi
Aba güreşleri, Hatay ve Gaziantep illerinde yaygın olan bir güreş türüdür. İsmini pehlivanların giydiği “aba” isimli elbiseden almaktadır. Aba; yakasız, kaban uzunluğunda, yarım kollu, koltuk altı bölümü kol ucundan kolyuk altına kadar kesik keçeye benzemektedir.
Erkekler alan üzerinde güreşleri seyrederken kadınların yakından seyretmeleri güreşlerin kısa don veya donsuz güreşmelerinden dolayı yasaklanmıştır. Güreşlerde yaşa, boy ve kiloya göre sınıflandırma yapılmaktadır. Güreşleri, o yörenin en yaşlı pehlivanlarından seçilen hakem /çarkacı/ çarkçı yönetirdi.
1-3-Kırkpınar Yağlı Güreşleri
Bazı güreş yazarları, Kırkpınar’ın başlangıç tarihini Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa ile Rumeliye geçen kırk yiğidin efsanevi güreşi ile ilgili olduğunu gösterirler.
Tercüman Gazetesinde güreş tarihi konusunda yazılar yazan “Eski Bir Pehlivan” (Murat Sertoğlu) da Rumeliye geçen yiğitlerden bir kısmı” Edirne ‘nin yanında Ahır Köy denilen yerde düşmanı bozmuşlar ve büyük bir zafer kazanılmıştır. Ertesi gün Nevruz günü imiş (22Mart).. o gün.. hemen meydana kırk pınar çıkmış…ve birbirleri ile kıyasıya boğuşmaya başlamışlar.
Güneş batarken güreşlere son verilince… bu kırk yiğitte bulundukları yere çökerek son nefeslerini vermişler… o yere gömülmüşler.Ertesi gün birde bakmışlarki her yiğidin can verdiği yerde bir pınar fışkırmış. Bunun üzerine o yere “Kırkpınar” adı verilmiş ve her yıl Nevruz ayında burada toplanılarak güreşmek adeti konulmuş.
Osmanlı Türkleri’nin Kırkpınar ile karşılaşıp ona sahip çıkmaları, Sultan Murat Hüdavendigar Gazi zamanında olmuştur. Bu konudaki birinci bayrak Rumeli’ye ilk defa geçen Süleyman Şah’ın babası Orhan Gazi’ye gönderdiği mektup ile Orhan Gazi’nin Süleyman Şah’a gönderdiği bu ve birde Hüdavendigar Gazi’nin komşu ülkelere gönderdiği “Fetih-name”lerdir.
2-Okçuluk
Eski kaynaklarda, bazı doğulu toplumlar okçu kavimler diye anılırdı. İskitler, Heredot’un tanımı ile okçu kavimlerdir. Batı ve Yakındoğu Hristiyan tarihçileri Hunları ve Avarları, daha sonra Moğolları, Türkleri ve Tatarları da zaman zaman böyle anarlar. Soy ayrılıklarına rağmen bu toplulukların ortak özellikleri aynı coğrafi bölgeden çıkıp yayılmış olmalarıdır. Anayurtları Orta Asya’nın geniş bozkırlarıydı.
Okçu kavimler, bozkır şartlarının yarattığı kendine özgü bir toplumsal yaşama biçimini gösterirler. Bununla beraber göçebe bir hayat yaşadıkları için arada oraya göç eder, daha elverişli ve verimli bölgeler ararlardı. Dolayısıyla taşıma aracı olarak at, kolay kurulup sökülebilen barınak hayatlarında vazgeçilmez birer unsur olarak yer almıştır. Bu arada at ve çadırın yanında savunma ve geçimlerini sağlayan bir başka aracın ok ve yayın üçüncü bir hayati unsur olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Okçuluk konusunda elimizde çok sayıda Türkçe kitap vardır. Ayrıca Türk Okçuluğu kendi içinde de çeşitlere ayrılmaktadır. Bunlar; Savaş okçuluğu, Av okçuluğu, Spor okçuluğu, Hedef okçuluğu ve Menzil okçuluğu gibi.
3-Binicilik
Türklerde atın sosyal hayattaki yerinin çok fazla olması, atlı sporların gelişmesine sebep olmuştur. “At Türk’ün kanadıdır” sözü, Türklerin bu asil hayvana ne gibi bir gözle baktıklarını, ona ne kadar büyük bir değer verdiklerini pek güzel ifade ediyor.
Atlar, yazıtlarda daha ziyade savaş vasıtası olarak karşımıza çıkarlar. Savaşın şiddeti, zorluğu, çetinliği; kahramanların cesareti, mahareti, başarısı… Hep atlarla birlikte dile getirilir. Atlar savaşta ölen kumandan ile beraber öldürülerek gömülmüşlerdir.
Türkler, daha beşikte iken binicidir. Çocuk beşikte iken bacakları arasına konan bir odun parçası vardır ki bir binici, at üzerine nasıl oturursa çocukta, bu odun parçası üzerinde aynı vaziyettedir. Çocuk emeklemeye başlar başlamaz ya bir koyunun, ya da bir köpeğin üzerine tırmanır. Beş yaşına geldiği zaman, kardeşleriyle ve arkadaşları ile ata binmeye başlar. Çocuk sekiz yaşına gelince artık tam bir binicidir. Oniki yaşında ise, yabani atları bile emrine boyun eğdirecek şekilde maharetli bir binici olur.
Anadolu da Türkler, çocuklarını ata alıştırmak için atın terkelerine bindirirler. Dört nala ve süratli yürüyüş esnasın da, bu çocuklar kene gibi binicinin arkasına yapışır ve büyüdükçe aldığı bu cesaretle pek maharetli ve güzel bir binici olurlardı. Günümüzde bile Türklerin oturuş şekillerine dikkatlice bakacak olursak, ata biner gibi oturdukları görülmektedir.
4-Cirit
Cirit, Türklerin çok eskiden beri bilinen ve davul zurna eşliğinde yapılan atlı savaş sporlarından birisidir. Atalarımız her fırsatta köy düğünlerinde, bayramlarda, bahar günlerinde her bakımdan çok üstün olan biniciliği ihmal etmezlerdi. Cirite çok özel sevgisi olan Türkler, bu oyunu; morallerini yükseltmek, binicilik kabiliyetini artırmak, kahramanlık, savaşçılık ve sporculuk vasıflarını geliştirmek ve formda tutmak amacıyla yapmaktaydılar.
Cirit, gözü pek, korkusuz yiğidin yetiştirilmesini ve atın alıştırılmasını sağlayan bir oyundur. Ama atında iyi bir yiğit ve cengaverce yetiştirilmesi, savaşa hazırlanması için gereklidir. Cirit atı çok çevik, süratli, dayanıklı, çok zeki, cesur ve aynı zamanda da güzel bir attır. Cirit atının manevra kabiliyeti çok yüksek olup aniden ileri atılıp hızını arttırır ve çok süratle giderken aniden durabilir.
Cirit atları cirit oynarken kuyruklarını ve başlarını dik tutarlar. Cirit atının hareket halinde başını dik tutması nedeni ile, üzerindeki binici daha dengeli durmakta ve düşme tehlikesi asgari seviyeye inmektedir. Türklerde iyi binicilerin yetişmesinin sebeblerinden biri de; bu atlı sporların tabandan en üst koruma ve otoriteye kadar desteklenmiş olmasıdır.
Cirit sözcüğü, bazı yörelerimizde “cılınt, kadal” adıyla da söylenmektedir. Cirit, sert, sağlam ağaçlardan yapılmış mızrak taklidi bir talim silahı olarak da bilinmektedir. Mızrağın harp silahı olduğu devirlerde ecdadımız, cirit ile mızrak talimine bir heyecan ve bir renk vermek için, cirit oynayarak mızrak idmanlarına daha iyi hazırlanıyorlardı.
Ciritin mızraktan farkı biraz daha kısa olmasıdır. Mızrak ile birkaç kalkanın delindiğini, saraydan atılan ciritin Sultan Beyazid –i Veli Camii minaresi dibine düştüğünü ve özel maharet ile kullananların bulunduğunu Naima Tarihi’nde anlatılmaktadır. Bu özel maharet sınıfına “Cündi” adı verilmiştir. Cirit at üstünde oynandığı gibi, yaya olarak da oynanmaktaydı. Cirit çeşitleri şunlardır; Atlı cirit, Yaya ciriti/Menzil ciriti gibi.
5-Avcılık
Avcılık, Türk tarihinin çok eski zamanlara kadar giden bir geleneğe sahiptir. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren avcılığın temel bir hayat tarzı olarak, beslenme ile doğrudan bağlantısı da akla gelen bir gelenektir. Avcılıkta beslenme ihtiyacı karşılanırken, savaşcı özelliklerde okun kullanılması ile gelenekselliğini sürekli kılmıştır.
Avcılığın Türk aile kültürünü nasıl etkilediğine bir örnekte; erkek çocuklara Alakuş, Alpkuş, Aksungur, Afşin, Çağrı, Çaul, Karaca, Karakuş, Laçin, Tağan, Tuğrul… gibi avcı kuş isimlerinin verilmesidir. Bu gelenek, Osmanlılar’ın kuruluş döneminde sonraki dönemlere oranla daha çok görülmektedir. Oğuz Han’ın altı oğluna bağlı her boyun ayrı ayrı Ongun’u ve Söğün’ü vardı.
Avcılığın ulusun yönetim ve düzenini etkilediğini de bayraklara kartal resminin konulması, Tuğranın kuş motifinden esinlenerek oluşturulduğu ve eski Türkler’deki Ongun ve Söğün geleneğine örnektir. Türk devletlerinde ve boylarında, dini merasim yaptıracak kadar bir kült değerini bulan avcılık, Türk, Moğol, Osmanlı ve Rusya imparatorluğu’nda muayyen bir kurumlaşma haline getirilmiş, devletin askeri gücün sembolü karakteri taşımıştır. Buna paralel olarak, manevi toplum hayatının çeşitli cephelerinde kökleşmiş kalmıştır.
Blok yazımı okuduğun için teşekkür ederim. Başka yazılarda görüşmek dileğiyle…
KAYNAKÇA
Kerem Toros – TC Spor Tarihi
Atıf Kahraman – Osmanlı Devletinde Spor
Atıf Kahraman – Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Kırkpınar Güreşleri
Kürşat Aktepe – Okçuluk
Özbay Güven – Türklerde Spor Kültürü
4 Comments