Amerikan Demokrasisi – I
Amerikan demokrasisi öncesi ABD için en büyük kavramlar sorulduğunda cevap: Demokrasi ve özgürlük. Bunlar Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya için savunuculuğunu kimselere bırakmadığı kavramlar. Peki bu büyük özveriyi sürdürmek için Amerika’yı ne motive ediyor ve amaç gerçekten yeryüzüne özgürlük ve demokrasiyi yerleştirmek gibi büyük bir erdem mi? Konumuza bu temel düşünce üzerinden başlayalım öyleyse;
II. Dünya Savaşının sona ermesi ile birlikte, oluşan yeni dünya düzeninde, ülkeler farklı saflar belirlemeye başladılar. Soğuk savaş olarak bildiğimiz bu dönemde ise dünya komünizm ve kapitalizmin güç gösterileri ile karşı karşıya kaldı.
Bu iki ideoloji, ABD ve Rusya arasındaki bir güç gösterisine dönüşürken, gelin biz savunduğu düzen olan neoliberalizmin sarıldığı söylem olan demokrasiye, kahramanı ABD tarafından bakalım.
Amerikan Demokrasisine ABD Tarafından Bakış
ABD’nin demokrasi ve özgürlüğe olan tutkusunu en çok gösterdiği bölgelerden biri de hemen güneyindeki Latin Amerika. ABD’nin arka bahçesi olarak gördüğü bu ülkelerin halkları nedense hep ABD tarafından demokrasi ve özgürlükten yoksun olarak görülmüş olacak ki, yönetimlerinin değişimi 40’tan fazla darbe ya da ordu aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kaldı ki bunların içerisinde ise CIA’in parmağının olduğu gerçeği bilgi ve ispatı çoktan aşmış, üniversitelerde kürsü kurulacak kadar derinliğe ulaşmıştır.
Amerikan Demokrasisi ‘İran’
ABD’nin dünya için demokrasi ve özgürlüğe olan tutkusunu bizler ilk olarak 1953 yılında İran’da Muhammed Musaddık’ın devrildiği darbe ile görmeye başladık. Aslında sosyalist bile olmayan Musaddık’ın demokrasi karşıtlığı ise; İran’daki İngiliz petrollerini kamulaştırması, dış politikada bağımsız bir yol izlemeye çalışması ve sosyal reformları hayata geçirebilmek için parlamentoda işbirliği çabaları mıdır, değerlendirmek lazım sanki. Latin Amerika derken İran’dan başladığımız demokrasi aşkının temeli ABD’nin girdiği her ülkede aynı aslında.
Amerikan Demokrasisi ‘Guatemala’
Guatemala’dan başlayalım o halde. 1954 yılında Cumhurbaşkanı Jacobo Arbenz’in yönetimindeki ülkenin işgalle birlikte bombardımanlara maruz kalması, en sonunda Arbenz’i görevden ayrılmaya zorlamış ve finalinde ise isyancıların lideri Carlos Castillo Armas yeni başkan olmuştur.
Devrilen Arbenz’in demokrasi ve özgürlük karşıtlığı suçlamaları arasına, büyük bir ABD şirketi olan United Fruit Company’i (UFC) hedef alması, yaptığı toprak reformu ile UFC’nin konduğu arazileri halka dağıtması ve işçi örgütlenmelerini desteklemesini koyabiliriz. Bununla beraber ABD destekli bu sözde demokrasi aşkı, darbeden sonra çıkan iç savaşlarda 200.000 Guatemala vatandaşının hayatına mal oldu.
Amerikan Demokrasisi ‘Dominik Cumhuriyeti’
1961-1965 arasında bir başka Latin Amerika ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti’nde ise; gelmesinde CIA etkisi olan Rafael Trujillo ABD ile arasını bozunca, CIA menşeili silahlarla öldürülürken, yerine sürgünden dönerek gelen Dominik Devrimci Partisi kurucusu Juan Bosch başkan seçilmiştir. Sonrasında yeni başkan da toprak reformuna kalkıştığında hiç zaman kaybedilmeden darbeyle indirilmiştir.
İki yıl sonra tekrar seçildiğinde ise bu sefer büyük demokrasi savaşçımız olan ABD, işini uzatmadan 42.000 askerle Dominik’e girmiş ve Bosch’un başkanlık ömrü de böylece sonlanmıştır.
Amerikan Demokrasisi ‘Brezilya’
Yıl 1964’ü gösterirken Brezilya’da ise; İşçi Partili Devlet Başkanı Joao Goulart’ın Temel Reformlar Planı tekellerin kârlarını tehdit etmeye başladığında, bu durum tabi ki demokrasiye ve özgürlüklere tehdit oluşturmaya başlamış ve hemen akabinde isminin “Operation Brother Sam” olduğu sonradan açığa çıkan 31 Mart 1964 darbesi ise Brezilya’yı 1985’e kadar askeri yönetimlere mahkum etmiştir.
Amerikan Demokrasisi ‘Bolivya’
Latin Amerika’ya özgürlük ve demokrasi getirmeyi kafasına koyan ABD, Bolivya’yı da bundan mahrum bırakmamıştır. Ülkede tarım reformunun hayata geçtiği, kalay madenlerinin kamulaştığı ve genel oy hakkının kazanıldığı 1952-1964 arasındaki yıllar, tahmin edebileceğimiz üzere ABD tarafından özgürlüklerin ve demokrasinin yok edildiği yıllar olarak görüldü.
Bolivya halkını bu acılarından kurtarıp tekrar ‘’özgürleştirmek’’ isteyen ABD, 1964’te Rene Barrientos öncülüğündeki ordu güçlerini destekleyerek yapılan darbe ile Devlet Başkanı Victor Paz Estenssoro’yu iktidardan indirdi.
Bu darbeler Guetamala ile başlamış ve sonrasına ABD’nin arka bahçesi haline getirmek istediği Latin Amerika’da dur durak bilmemiştir.
Her darbe, her müdahale, bunlara maruz kalan tüm halklar için o kadar yıkıcı, ABD neoliberalizmi için o kadar verimliydi ki, ülke ülke devam etti. Müdahalelerin, kalkışmaların, darbelerin biri diğerini izledi, bunların yetmediği zamanlarda ise ülkeler işgal edildi.
Latin Amerika ülkelerini özgürlük ve demokrasiye ulaştırmak için canını dişine takan ABD’nin dünyamız için yapmış olduğu bu fedakarlıkların, Arjantin, El Salvador, Panama, Haiti ve diğer ülkelerde olan kısımlarına da bir sonraki yazımda değineceğim.
Sonuna geldiğimiz bu yazıyı burada bitirirken, 1954 Guatemala darbesi ile yönetime gelen Carlos Castillo Armas’ın, ABD Başkan Yardımcısı Richard Nixon’a söyledikleri ile noktalayalım;
‘’Bana ne yapmamı istediğini söyle, ben de yapayım.’’
One Comment