Huzur romanı, Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından yazılmıştır. Eser ilk önce 1948 yıllarda Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiştir, 1949 yılında ise basımı gerçekleşmiştir. Huzur romanı dört ana bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlere eserin karakterlerinin adları verilmiştir. Romanın ana çerçevesini oluşturan karakterler ise şu şekildedir: İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz’dır. Romanda iki ayrı düzlemde iki ayrı zaman anlatılmaktadır. Roman 24 saatlik bir zaman dilimini anlatıyor gibi görünse de karakterlerin geri dönük anlattığı olaylar roman da iki ayrı zaman düzlemi oluşturmuştur. Tanpınar, bu eserle okuyucuya bir mesaj vermek ister. Entelektüel bir yazar olan Tanpınar, Huzur ve diğer eserlerinde aslında modernleşme krizinin Türk toplumu üzerindeki etkilerine ve nasıl bir yol izlenmesi gerektiği kaygısını iletmenin derdindedir.
Huzur Romanı Özeti
Huzur romanında başkarakterlerinden olan Mümtaz annesini ve babasını küçük yaşlarda kaybetmiştir. Annesiz ve babasız Mümtaz kendisi gibi aydın kesimden olan İhsan tarafından büyütülür. Aynı zamanda hocası olan İhsan’ın Tanpınar’ın hocası olan Yahya Kemal olduğu varsayılmaktadır. Mümtaz daha sonra Edebiyat fakültesinde asistanlık yapmaya başlar. Bu sırada ona iyi gelecek, benliğini dolduracak Nuran’a aşıktır. Nuran eşinden boşanmış dul bir karakter olarak karşımıza çıkar. Öncesinde de Nuran’ı seven Suat da dul kaldıktan sonra tekrar şansını denemek ister, Nuran’ı rahatsız edecek derece de mektuplar yollar. Fakat Nuran, Mümtaz ile evlenmek ister bu aşk için çabalar. Ancak Nuran’ı seven Suat’ın kendisini asması üzerine, Nuran mutlu bir yuva kuramayacağını düşünerek Mümtaz ile olan evlilik düşüncesinden vazgeçer. Bu ölüm hem Mümtazı çıldırtma noktasına getirir hem de Nuran’ın eski kocasıyla tekrar bir araya gelme kararı almasına sebep olur. Bu yaşananlardan ötürü Mümtaz huzursuzluk içine düşer. Bir gün merdivenlerden çıkarken radyodan II. Dünya Savaşının başladığı haberleri duyulmaktadır. Mümtaz ise merdivenlerde yere yığılır kalır.
Huzur Romanı Karakterleri ve Toplumsal Açıdan Romana Bakış
Huzur romanın da Nuran- Mümtaz aşkıyla karşılaşırız. Mümtaz benliğini Nuran vasıtasıyla doldurur. Mümtaz Nuran’a cismani endişelerle yaklaşmaz, onun manevi tarafı ağır basar. Nuran, Mümtaz karakterini daha hakiki bir hale getirir. Mümtaz, romanda sadece entelektüel kimliği ile karşımıza çıkmaz. Onu bize daha yakından tanıtacak daha derinlikli anlatacak verilere ihtiyacımız var bu da bir kadınla daha elle tutulur hale gelir. Mümtaz, entelektüel kesimin aydın tarafındadır. Çocukluğundan yetişkinlik çağına kadar İhsan’ın öğrencisi olana kadar asistanlık yaptı. Buradan anlaşılacağı üzere bir evre var. Dolayısıyla Türkiye ile ve hali hazırla ilgili olarak düşünceleri hep aynı, aynı huzursuzluğu millet adına duyumsayan bir karakterdir. İhsan gibi hep entelektüel bir insandır. Dolayısıyla herhangi bir dönüşüm söz konusu değildir. Bu yüzden Mümtaz için düz karakter diyebiliriz. Bunlar çerçevesinde böyle bir karakterinde bu şekilde kafasında birçok meseleyi gören, duyumsayan, fark eden bunları kendi iç dünyasında sindirmiş bir adamın da yaşayacağı aşk bu olacaktır. Böyle nitelikli bir insanın yaşayacağı aşk da ancak böyle bir aşk olur. Dolayısı ile romanın sonunda çıldırmak noktasına gelmiş olması da onun dönüşümünü göstermez. Aslında romanın başından itibaren savaşın getirdiği etkilerle beraber hissedilen huzursuzluk hâkim.
Bir entelektüel olarak bunu bütün hücrelerine duyumsayan bir karakterlerdir Mümtaz ve İhsan. İhsan hasta olduğu için onun ne kadarını duyumsadığını anlatmıyor anlatıcı bize ama biz de onun aynı fikirleri paylaştığını biliyoruz. Çünkü aynı tedrisattan aynı eğitimden gelmiş bir karakterdir İhsan. Dolayısı ile yuvarlak karakterler değillerdir. Bu çıkarıma şuradan varıyoruz: kendi bildiklerin yolunda vazgeçen karakterler değillerdir. Belki daha fazla bir bunaltıya giriyorlar ama bunaltı onları inandığı değerlerden uzaklaştıran bir durum değil bir sancı olarak düşünmek gerekiyor.
Huzur Romanın da Nuran
Biz Huzur romanın hatırı sayılır bölümünde Nuran’ı görüyoruz. Mümtaz’ın Nuran’a olan aşkı, Nuran’ı nasıl anladığı, nasıl sevdiği çoğu zaman da böyle bir aşk olur mu böyle güzel bir sevmek olur mu diye iç geçirdiğimiz kısımlar olmuştur. Mümtaz çok ulvi duygularla Nuran’ı seviyor. Bize en başından tanıtılan Nuran’la eşdeğer eylem içerisinde olduğu için Suat’ın ölümü üzerine bu aşktan vazgeçeceği öngörülebilir bir durumdu, Nuran gibi bir kadın bu hareketi yapardı. Kiralamış oldukları evin holünde kendini asan Suat’ın ölüsü üzerine mutlu bir yuva inşa edemeyeceği bilen, çok sezgili bir kadınla karşı karşıyayız. Bu yüzden de kendi yolunda gitmeyi tercih ediyor istemeyerek de olsa. Biz Nuran’ın aşkından şüphe etmiyoruz. Nuran aynı zamanda bu aşkı yaşayabilmek, bu noktaya getirebilmek anlamında çevresinden gördüğü mahalle baskısı gibi pek çok nedenle mücadele etmiştir. Komşulardan, kızının Mümtaz’ı gördüğündeki hırçınlığından, bütün baskılara ve kızının yaptığı hırçınlıklara ve kabul görmemesine rağmen bu aşk için uğraşmıştır. Aslında toplumsal normun dışında algılanan bir durum var. Bütün bunlarla da mücadele eden bir kadın. Ama bir insanın ölümü söz konusu olduğunda bunun artık gerçekleşmeyecek olduğunu son noktada hissetmiştir. Mümtaz da aslında Nuran’ın manevi iklimini, ruh bekaretini görmüştür ve âşık olmuştur. Aslında buradaki manevi iklim, bireysel olmanın yanında toplumun da manevi iklim vurgusunu taşıyor.
Huzur Romanın da Nuran Mümtaz Aşkı
Pozitivist dünya görüşü manevi iklimin hepsini yiyip yutacak ve sade, yüzeysel, katı bir toplum meydana getireceği korkusunu işliyor Mümtaz ve hocası İhsan. Nuran- Mümtaz aşkına dönecek olursak, Nuran birinci düzeyde Mümtaz’ı daha hakiki daha gerçekçi hale getiriyor. Aristoteles “Roman olanı değil olabilir olanı anlatır” der. Dolayısıyla aslında Mümtaz yaşamış olmayabilir ama yaşamış olabileceğine dair ihtimali yüksek olan bir karakterdir. Aşkı ile ıstırabıyla üzüntüleri ile sancılarıyla aslında içimizden biridir. Nuran’ın ise Mümtaz’ı psikolojik açıdan tamamlayan bir yönü vardır.
Aynı zamanda Nuran ve Mümtaz benzer perspektiflerden toplumu, insanı, hayatı, medeniyeti kavrayan iki insandır. Nuran’ın da arka planına baktığımızda yetişmiş olduğu ailesi, sanata, felsefeye musikiye düşkün, bizim geçmiş kültürlerimize sahip bir ailedir. Böyle bir aile kültüründe, geleneğinde, kökünde büyümüş bir kadın dolayısıyla son dönem moda alafranga yaşamlardan uzak geleneğin içerisinden süzülerek gelmiş bir kadın olarak karşımıza çıkar. Boğaziçi’ndeki fasıllara, dedesinin köküne dair de anlatıcı bize bilgiler veriyor. Zaten Nuran farklı bir karakterde kadın olsaydı Nuran Mümtaz aşkı yaşanamazdı.
Mümtaz, gayet kültürlü ince zevkleri olan dünyaya ve Türkiye’ye karşı entelektüel bakış açısı olan bir erkektir, o yüzden kendisini alafranga yaşama kaptırmış bir kadınla olamazdı. Bu aşkı bu kadar okunaklı kılanda aslında iki insanın birbirini tam anlamıyla bulmuş olmasıdır. Onların çoğu zaman konuşmadan anlaştıklarını, bir manzaraya bakarken konuşmadan da anlaşabildikleri, hissedebildiklerini görüyoruz.
Huzur Romanında Düz Karakterler
Nuran düz bir karakter ama derinlikli bir şekilde işlenmiş bir karakter Mümtaz da aynı şekilde düz bir karakterdir fakat derinlikli olarak işlenmiştir. Suat da yuvarlak bir karakter değildir. Zaten romanın başından beri Mümtaz’ın gelgitleri, ona da ayrı çizilen tablo az çok Suat’ın bir yerlerde intihar edeceğini sezdiriyor. Romanda yuvarlak karakter yok, düz karakterler var ama düz karakterler derinlikleriyle anlatılmış. Bu yüzden de hiç sıkılmadan düz karakterlerin hikayelerini okuyabiliyoruz.
Huzur Romanında Karakterler Üzerinden Anlatılmak İstenen
Bu anlatımların ardından Nuran’a tekrar dönecek olursak Nuran’ın böyle bir aileden gelmiştir ama böyle bir aileden gelmek yeterli değil. Kendisine ve eğitimine katmış olduğu değerler silsilesiyle topluma insana ve hayata baktığını görüyoruz Nuran’ın. Dolayısıyla Nuran ve Mümtaz birlikteliği bize nasıl bir toplum olmamız gerektiğini, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra kendisine nasıl bir yol çizmesi gerektiğinin de kadın ve erken cinsinde hüviyet bulmuş. Bütün bunların başında kimlik serüvenini baltalayacak dış düşüncede Suat’ın kimliğinde hüviyet buluyor. Çünkü romanın en başında Suat, Mümtaz, İhsan, Selim bir araya geldiklerindeki İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye üzerindeki etkileri konuşuyorlar. Dolayısıyla aslında bunlar o dönemdeki Türkiye’yi entelektüel kimliklerle bize anlatan karakterler.
Pozitivistin yavaş yavaş ülkeye gelmesi, Beşir Fuat’ın kendi bileklerini keserek intihar etmesi, intihar ederken vücudunda oluşan bütün değişimleri ölüyorken not alması salt akla olan inanç ve bireyin toplumda tamamen akla teslim olmasını akıl yoluyla ilerlemesini maneviyat, akıl ve hislerin bir köşeye atılarak tamamen akıl yolu ile İlerleyen bir medeniyet düşüncesi var. Batıda pozitivist düşünce ile makineleşme süreci, kapitalizm gibi durumlar ve tamamen akıl yoluyla üretime yön veren Garp var karşımızda. Savaşlarda zaten bundan dolayı ortaya çıkıyor. Karşımızda güçlü, bütün dünyaya hüviyeti ve kimliği ile sattıkları, pazarladıkları unsurlarla hâkim olmaya çalışan bir Batı var. Dolayısıyla hem savaş var hem batıdaki pozitivist düşünce var. Türkiye’de pozitivist düşüncenin şekillenmesini sağlayan insanlar da var.
Huzur Romanında Tanpınar’ın Mesajı
Tanpınar’da Huzur romanı ile biraz bu duruma dikkat çekiyor. Eğer siz salt akla medeniyet ve kültür dairesinin teslim ederseniz aslında o ülkeyi yok etmiş olursunuz ve bu bütün geleneği yok etmek olur. Çünkü bizim geleneksel kodlarımız da tamamen akla teslim olma düşüncesi yoktur. Türkiye’yi endüstrileştiren, kapitalistleştiren ve dolayısıyla Darwin’ci zihniyetle güçlü zayıfı ezer mottosuyla ilerlemeye çalışan, bütün iç zembereklerinden boşanmış kuru kuru aklın eline kendisini teslim eden bir medeniyet telakkisi var. Tanpınar aynı zamanda önemli bir entelektüel ve Türkiye’yi bekleyen tehlikeyi görebiliyor. Dolayısıyla aslında hem 19. Asır Türk edebiyatı tarihinde hem Huzurda hem Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ve yazdığı diğer roman ve şiirlerinde bunu dönüp dolaşıp işlediğini görüyoruz: medenileşme krizi. Modernleşme krizi denilen mesele eğer pozitivist salt akla teslim olarak yapılmaya çalışılırsa bir yok oluşa doğru gidecek, bunun karşısında duruyor Tanpınar.
Suat Neden İntihar Etti?
Mesela Suat’ın dediği şey şu” Geçmiş denilen nedir ki” İspanya örneğini batıdaki ülkelere örnek veriyor. İspanya sömürgeleri ile olan bir ülke. Ve devam ediyor “Batı kurmuş olduğu yeni sistemle beraber olduğu gibi yok ettiler zaten bakın işte tüm dünya onların elinde Türkiye neden İspanya İngiltere gibi olmasın” diyor ve Mümtaz buna karşı çıkıyor fakat bir yerden sonra tartışmıyor, Suat’ın bu söylemleri karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor ve Mümtaz’ın söylediği şeylerden bir tanesi şu iç monolog şeklinde verilen bir durum bu “Çünkü bu münakaşanın sonunun gelmeyeceğini biliyor bu inanmışlığın sonunun olmayacağının farkında, onun yanlış yolda olduğunun farkında” Suat o kadar körü körüne teslim olmuş vaziyette ki bu akılcılığa ve pozitiviste zaten iç derinlikleri etrafında bir yol bulamadığı için varoluşunu tamamlıyor yani intihar ediyor.
Suat’ın intihar etmesiyle aslında anlatılmak istenen şudur: eğer Türkiye tamamen pozitivistler akla, aklın getirmiş olduğu üretimlere, endüstrileşmeye, makinalaşmaya, manevi iklimini göz ardı ederek derinleşme serüvenine kendini kaptırırsa Batılılaşmak adı altında, modernleşmek adı altında böyle bir serüvene doğru ilerlerse intihar etmiş olacaktır diyor Tanpınar. Bir anlamda bunun da simgesi olarak Suat’ı gösteriyor. Çünkü manevi dünyamız yazılmış olan eserlerden, hat sanatımızdan, musikimize kadar şimdiye kadar yazıla gelmiş bütün şiirlerin paradan daha önemli olduğunu bilen biridir Tanpınar ama Batı da biz olma duygusundan ziyade ben yani birey ön plana çıkarılmıştır.
Huzur Adının Çift Anlamlılığı
Bu noktada Tanpınar huzurun bu manevi iklimin, geleneğin göz ardı edilmeyerek bulunabileceğini ifade ediyor. Yani aslında romanın adının huzur olması çift anlamlılık gösteriyor: bir taraftan huzurun nasıl tekâmül edilebileceğini örneğini Nuran ve Mümtaz ile sunuyor, bir taraftan huzursuzluğun ve yok oluşun örneğini ise Suat ile sunuyor. Suat, Nuran’a aşık, Nuran’la bir durumu var aslında. Yani saf bir aşk halinden ruhsal bir istenç değil Nuran’a duyduğu hal. Mümtaz’ın Nuran’a duyduğu duygu hali ile Suat’ın duygu hali aynı değil. Aslında mesele Mümtaz’ı yok etmeye çalışmak bu noktada Mümtaz’ın çıldırmasına vesile oluyor. Onların kiralamış olduğu evde kendini asması durumu hem Mümtaz’ın mutluluğuna engel olmak için hem de senin önerdiğin medeniyet telakkisi gerçekleşmemeli, senin ortaya atmış olduğu medeniyet projesi olmamalı mesajını vermek içindir. Suat kendi felsefesi açısından Türkiye yol alırsa mutluluğa kavuşacağına, ulusal bir güç olarak ortaya çıkacağına inanıyor, her şeyi madde üzerinde değerlendiriyor ama Tanpınar bu maddeciliğin milletlerin sonu olacağını ifade ediyor. Tanpınar, bu anlamda çok vizyoner bir kimliğe sahiptir. Tanpınar’a göre maddecilik özne olmaktan çok nesne olmaktır. Suat ve Mümtaz bireysel kimliklerinin dışında toplumdan kimlikler olarak karşımıza çıkmakta. Bu bağlamda Mümtaz’ın Suat’la yani Suat’ın ölümünden sonraki hayaliyle olan konuşmalarını bu çerçevede okumak gerekir.
Huzur Romanı ve Tanpınar Ne Anlatmak İstiyor?
Romanı bu düzlemde okumak gerekir huzur adının çift taraflılığına anlamak, bu bağlamda okumaya bağlıdır. Roman ve anlatıcı hem dönemi hem de Türkiye’nin bundan sonra nasıl bir yol alması gerektiğini ifade ediyor.