Yunus Emre ve Şiirleri

Yunus Emre ve şiirlerini anlayabilmek için onun şiirlerini okuyup tahlil etmenin yanında yaşadığı dönemi de bilmek ve kendisini dönemiyle ilişkilendirmek oldukça önemlidir. Bu bağlamda ilk önce dönemine genel bir bakış atmak isteriz.

Yunus Emre’nin 1238-1328 yılları arasında yaşadığı araştırmacılar tarafından kabul gören bir tarihtir. Ancak bu tarih kabul görse de hala tartışmaya açık bir konudur. Yunus Emre deyince aklımıza tasavvuf gelmektedir. Yunus Emre’nin Taptuk Emre dergahında hizmetlerde bulunduğu ve burada yetkinliğe eriştiği bilgisi pek çok kaynakta geçmektedir. Taptuk Emre dergahına gitmesiyle ilgili önemli bir menkıbe mevcuttur:

Yunus Emre ‘nin Taptuk Emre Dergahına gidişi

Yunus Emre Sarıköy’de yaşayan, çiftçilikle geçinen bir kişiydi. Kıtlık yılında buğday almak için Karahöyük’e gitti ve bir süre içerisinde Hacı Bektaş’ın yanında kalmış, döneceği zaman Hacı Bektaş ona nefes vermeyi teklif etmiş. Yunus kıtlıktan sebep buğday istemiş ve kendisine fazladan buğday verilmiş. Yunus köyüne yaklaştığı esnada yaptığı hatanın farkına varmış ve geri dönmüş ama nafile. Bunun üzerine Hacı Bektaş onu Taptuk Emre dergahına göndermiş.

Yunus Emre, Türk edebiyatında Hatem-i Lisan-ı Türk yani Türk dilinin atası, Türk diline damgasını vuran isim olarak bilinir. Eserlerini Türk diliyle ve sadelikle yazamaya özen göstermiştir. Yunus Emre ile ilgili ilk bilgileri Fuat Köprülüden öğreniriz. Yunus Emre’nin eserlerine baktığımız da kolay yazılabilecekmiş gibidir ancak onun eserleri çoğu zaman şerhe muhtaçtır, şerhi yapılmadan anlaşılamaz. Yunus Emre’nin iki önemli eseriyle karşı karşıyayız: Divan ve Risaletü’n – Nushiyye

Bu iki eserin önemi gayet açıktır. Yunus Emre Anadolu da ilk Türkçe divanı ve ilk Türkçe mesneviyi yazan isimdir. Onun divanına ve mesnevisine baktığımızda kalbe ve akla seslendiğini görürüz. Divanında geçen konular şöyledir: Cennet/Cehennem, tasavvuf ilmi, dervişlik. Bu konulardan yola çıkarak Yunus’un gönül kapımızı çaldığını, gönül kapısının çalınmasının en yumuşak biçimi olan tasavvuf ve onunla ilgili olan konuları seçtiğini görürüz. Risaletü’n – Nushiyye, eserinde ise akla yönelir. Didaktik bir eser olarak karşımıza çıkan eserde nefisten kurtulma isteği işlenir. Yunus Emre nefise yapılan saldırıları savaş tasavvuruyla anlatır. Bu eserde bir geçişe de şahit oluyoruz: önceden alp tiplemesi vardı. Bu eserde veli tiplemesini görüyoruz. Türklükte alp, derviş, veli geçişleri yapılmış olduğunu da anlıyoruz.

Yunus Emre’nin yaşadığı zaman diliminde onun gibi pek çok alim, mutasavvıf ve bilim ile uğraşan insan yetişmiştir. Bu şahsiyetlere ve yaşadıkları bölge ve zamana dair ufak bilgi vermeden geçmek olmaz:

Anadolu’da: Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273), Sultan Veled (1226-1313), Âşık Paşa (1272-1333), Hacı Bektâş-ı Velî (1281-1338), Ahî Evran (1171-1262) ve Nasreddîn Hoca (1208-1284); İran’da: Genceli Nizâmî (-Ölm.1215), Ferîddîn-i Attâr (- Ölm.1230) gibi Türk Edebiyâtı’na tesir eden tasavvufî eserler verenler ile; yine Moğollar devrinde yetişen şâirlerden Bostan ve Gülistan’nın yazarı Sâdî-i Şîrâzî (-Ölm.1291), Emir Hüsrev Dehlevî (-Ölm.1325), Selmân-ı Savecî (1309-1376) ve Hâfız-ı Şîrâzî (- Ölm. 1390).

Yunus Emre ‘de ve Batı’da İnsan Sevgisi Anlayışı

Anadolu da İran da bu denli önemli ilim adamları yetişirken Batı da ise hümanizm akımının rüzgârı esmekteydi. Batı da esen hümanizm rüzgârı “hümanizm” tanımıyla aslında sadece kelime anlamında benzerlik göstermekte olup uygulama anlamında apayrı bir durum halindedir. Çünkü orta çağ papazları Hristiyanlık dinini uygulama da çok sert bir tutum sergilediler.

Kilisenin dine hizmet ettiğini ve bundan sebep insanların kilisenin emirlerine saygı duyması ve emirlerini eksiksiz uygulamaları görüşündeydiler. Bu baskı halk tarafından hiç hoş karşılanmadı. Hümanistler tarafından Latin ve Yunan kültürüne karşı bir karşıtlık söz konusu oldu ve durumun yaşanması Hümanistleri dine ve özellikle Müslümanlık dinene karşı tavır almalarını sağladı.  Hümanistlerin içinden çıkan Batılı fikir ve bilim adamları hümanizm rüzgarını kendi bildikleri perspektiften işlemeye başladılar. İtalya’da, hümanizm hareketini başlatan öncülerin yaşadıkları döneme baktığımızda, bunların, hemen hemen Yunus Emre ile aynı sıralarda yaşadıklarını görürüz: Dante Alighieri (1265-1321), Francesso Petrarca (1304-1374), Giovanni Boccacio (1313-1375) târihleri arasında yaşamışlardır.

Ahmet Yesevî’nin Orta Asya’da başlattığı tasavvufî hareketin Anadolu’daki “sevgi ve hoşgörü ”filizleri tomurcuklanırken: “Batı dünyasında, Ortaçağ kilisesinin baskısı ve bitmeyen zulmü, Avrupalının eski Yunan ve Roma putperestliğine sığınmasına yol açmıştır ve Batılı fikir adamları bu harekete “hümanizm”adını vermişlerdir.

Yunus Emre’nin Yaşadığı Dönemde Anadolu

Bunların yaşadığı dönemde Anadolu da sıkıntılar içindeydi. Doğudan gelen Moğol istilası ve bunların karşısında güçsüz kalan ve yıkılmanın eşiğinde olan bir Selçuklu devleti vardır. Anadolu siyasi açıdan bu kadar karmaşık bir süreçten geçerken halkta bu karışıklıktan nasibini aldı.

Yaşananlara karşı yapılan ayaklanmalar, yaşanan yağmalar, kuraklık hem Anadolu’yu hem Anadolu halkını çok zor durumlara soktu. Bu süreçte Anadolu’nun tek kazancı Orta Asya’dan ve Moğol istilasından kaçan Erenleri olmuştur diyebiliriz. Bu belki siyasi açından bir katkı sağlamamış olabilir ancak hem ilim ve tasavvuf alanında pek çok iz bırakmışlardır.  Diğer bir değişle Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük rol oynamışlardır.  Anadolu da birliğin oluşmasında, sükûnetin sağlanmasında Anadolu’ya değim yerindeyse tekrar baharların gelmesinde önemli hamleleri olmuştur.

Yunus Emre’den Önce Anadolu

Genel açıklamaların ardından toparlayacak olursak: Yunus Emre’ye geçmeden önce 13. yüzyıl Anadolu’sunda neler olmuş?  Türkler Anadolu’ya yerleşirken ne gibi süreçlerden geçmişler? Bu konuları genel manada değerlendirip toparlayalım. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmesi iki dönem içerisinde değerlendirilir. Bunlardan birincisi 1071 Malazgirt zaferi ile Türklerin Anadolu’ya girişi ve ardından gelen Moğol istilası, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinde en önemli faktörlerdir.

Türkler Anadolu’ya yerleşirken orada bulunan Bizanslıların yerleşkelerini kendi kimlikleriyle sentezlemişlerdir. 12. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu Türk İslam kimliğine bürünmüştür. Bu kimliğin tamamlanma aşaması takriben 13. yüzyıla denk gelmektedir. Yaşanan göçler, istilalar, hastalıklar-veba- savaşlar Anadolu’ya Türk kimliğinin hâkim olmasında önemli unsurlardır hatta Anadolu’ya gelen bazı Batı milletlerinden seyyahlar buraya Türkiye adını vermişlerdir. Anadolu’ya gelen Türkler yaptıkları iskanı netleştirmek ve daha da kimliklerini kabul ettirmek için kervansaraylar, hanlar, hamamlar, medreseler, türbeler ve cami gibi birçok yapı meydana getirmişlerdir. Milletler bir şehre veya ülkeye yerleşirken sadece maddi unsurlar meydana getirmezler geldikleri yerlerin kültürlerini de kendileriyle birlikte getirirler o zaman Anadolu’ya bir de kültürel ve ilmi açıdan bakalım:

Yunus Emre ve Selçuklu Döneminde İlim İrfan

Bu dönemde Anadolu Selçuklu gibi devletler hüküm sürmüşlerdir, bu devletlerin başında olan sultanlar hem devlet hem millet arasındaki sükuneti çok iyi sağlamışlardır ve bunun yanı sıra ilme, irfana, sanata oldukça değer vermişlerdir. Değer vermelerini bu işlerle uğraşan kimselere özen göstererek kanıtlamışlardır. Anadolu’ya hâkim olma düşüncesi sadece devlet kurarak yapılmamıştır. Bu dönemde ilim irfanla ilgilenen insanların yanında ilmi ve irfanı tasavvufla birleştiren eren, derviş bünyesine mensup isimlerde vardı bu isimler Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük rol oynamışlardır.

Erzurum, Sivas, Amasya, Kayseri, Konya gibi kültür merkezleri haline gelen şehirlerde İslami etkinlikler, ayinler düzenleyerek Tanrı’yı, insanı, inançları tasavvufi çerçevede anlatarak Anadolu’da Türklük ve Müslümanlık kavramlarını paralel ilerletmek istemişler ve bunu yaymak için de tekkelerde vaazlar vermişler bunun yanı sıra kalemi kuvvetli olan âlimler eserler vermişlerdir. Bu eserler birçok kaynakta belirtilen ismi ile ‘’Batı Türkçesi’’ yazı dili ile verilmiştir, devrin ilme, bilime düşkün insanları bu yazı dilini benimsemiş ve kullanılıp yayılmasına da ön ayak olmuşlardır. Yazı dilinin bu kadar net bir şekilde kullanılmasına yardımcı olan bir diğer faktör ise hükümdarlardır.

Yunus Emre Çağında Karamanoğlu Mehmet Bey

Alaattin Keykubad’dan sonra devletin iç karışıklığından faydalanarak kendi beyliğini bağımsız hale getiren Karamanoğlu Mehmet Bey Türkçe’ ye olan zaafı şu cümleyle özetlenebilir ‘’Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargahta, Meclis’te, meydanda Türkçeden başka bir dil konuşmayacak.’’ bu cümleden çıkarımımız şudur: Türkçe konuşulan bir dil olmasının yanında hem devlet içerisinde hem edebi alanda çok etkin bir şekilde kullanılan bir yazı dili haline gelmiştir.

Yunus Emre’yi Anlayabilmek İçin

Yunus Emre’yi anlayabilmek için çağını dönemini iyi bilmek gerekir. Bu tarihsel bilgilerin ışığında Yunus Emre’yi değerlendirelim. Yunus Emre 13. yüzyılın ikinci yarısıyla 14. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Bu dönem oldukça karışıktır. Moğol istilası sebebiyle Anadolu’da oluşan düzen bozulmuş, Selçuklu yıkımın eşiğine gelmiş, Anadolu beylikleri kendi hakimiyetlerini kurma isteği içerisine girmiş, bunların çerçevesinde halka hem maddi hem manevi anlamda eziyetler edilmiş, bu sürecin siyasi kolunun yanı sıra doğal afet olan kuraklık, yağmaların etkisiyle kıtlık gibi sıkıntılı olayların yaşandığı bir dönemdir. Yaşanılan bu sıkıntılı dönemde göçler sebebiyle Anadolu’ya alimler, mutasavvıflar gelmiştir. Bu ilim adamlarına örnek verecek olursak Ahmet Yesevi, Horasan Erenleri gibi isimlerdir. Bu alimler ve aydın kesim yaşanan zor dönemde insanları bilinçli bir şekilde yönlendirmek istemişlerdir.

Yunus Emre’nin Şiirleri Ne Anlatıyor?

İşte tam bu noktada Yunus Emre yaşanılan sıkıntıların tasavvufla diğer bir değişle Allah’a yönelişle halledilebileceğini öne sürmüştür.

 Dağa düşer kül eyler,
 Gönüllere yol eyler,
 Sultanları kul eyler,
 Hikmetli nesnedir ışk.

Şiir de tam bu bağlamda değerlendirilebilir. Anadolu’ya göçlerle gelen alimlerin yanı sıra kendi çıkarlarını düşünen kişilerde gelmiştir bu süreçte bu kişiler halkı daha da galeyana getirmesi, kendi taraflarına çekmeleri toplumda bir ayrışmaya sebep olmuştur yine,

 Gelin tanış olalım,

 İşi kolay kılalım,

 Sevelim sevilelim,

 Dünyaya kimse kalmaz.

Yunus Emre Şiirlerinde Sufiler

Dönemde sufilerin insanları dini anlamda yanlış yönlendirmesi, vahdet-i vücud anlayışı yanlış anlayıp ve bu yanlışı aktarmalarını da eleştirmiştir.

Sufilere ver sen onu bana seni gerek seni

Haşa ben terk edem seni şol bir evle çardak için

Allah’a olan aşkın bir şeylere bağlı kalmaksızın olması gerektiğinden bahsetmektedir. Cennet, huri gibi unsurlardan dolayı değil de Allah’ı özünde sevmek gerektiği noktasına dikkat çekmiştir.

Dönem ve Türk-İslam çerçevesinde değerlendireceğimiz şiir ise:

Sensin Kerim Sen’sin Rahim Allah sana sundum elüm

Senden artuk yokdur emüm Allah sana sundum elüm

 Bu şiirdeki tema genel bir tema olabilir fakat Yunus Emre temayı Türk yazı dilinin en güzel şekliyle yansıtışından ötürü Türkçeye verdiği önemi açıkça görüyoruz yine bu bağlamda Türk İslam fikir anlayışının yayılması anlamında etkin bir şiir örneğidir hoşgörü ve insan sevgisinin tema olarak işlendiği şiir de bu bağlamda değerlendirilir.

Yunus Emre ve İnsanlık

 Ben gelmedüm da’vi çün benüm işüm sevi çün

Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmağa geldüm

Dost esrüği delüliğün âşıklar bilür neliğün

Degşürüben ikiliğün birliğe yitmeğe geldüm

Peygamber efendimiz dünyaya insanları iyiye yönlendirmek için gelmiştir. Fakat Yunus’un döneminde insanların manevi tarafı zayıftır. Dünya malı derdine düşenler çoğunluktadır. Yunus’ta Peygamber efendimiz gibi dünyaya ait unsurların huzur getirmeyeceği kanaatindedir. Bu yüzden yaşanılan dönemde peşine düşülen savaşların, davaların boş olduğun farkındadır. Asıl huzurun maneviyatta, insanlıkta olduğunun bilincindedir. Bu şiiri de bu bağlamda değerlendirilebilir.

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil
Yunus Emre’nin fikir anlayışında insan çok önemlidir. Çünkü insan Allah’ın yeryüzündeki yansımasıdır. Savaşlarda Allah’ın yansımalarının yok edilmesi Yunus Emre’yi üzen bir durumdur. Bu yüzden birlik olup yıkıcılık değil yapıcılık tarafında olunması gerektiği düşüncesindedir.

Keleci Bilen Kişinin

Keleci bilen kişinin,
Yüzünü ağ ede bir söz.
Sözü pişirip diyenin,
İşini sağ ede bir söz.

Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı,
Bal ile yağ ede bir söz.
Yunus Emre’nin insan sevgisine ve birliğine önem verdiğini biliyoruz. Bu birliğin bozulmasına sebep olan savaşlara da karşı olduğunu görüyoruz. Yunus Emre sözün kıymetli olduğunun bilincindedir. Söz, kudrettir. Söz ona göre savaşta bitirir bu yüzden bu şiir bu kapsamda değerlendirilebilir.

Hak yarattı alemi, aşkına Muhammed’in

Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed’in

Ol! dedi oldu alem, yazıldı levh ü kalem

Okundu hatm-i kelam, şanına Muhammed’in

Ferişteler geldiler, saf saf olup durdular

Resmi geçit yaptılar, aşkına Muhammed’in

Havada uçan kuşlar, yaşarıp dağ ü taşlar

Yemiş verir ağaçlar, aşkına Muhammed’in

Yunus’a göre dünyanın yaratılışı Peygamberimizin yüzü suyu hürmetinedir. Tasavvuf potasında değerlendireceğimiz bu şiirde kendi döneminde dine hizmet bağlamında İslamlaşma çerçevesinde etkili bir şiirdir.

Ne Tûr’um var ne turağum hiç yirde yokdur karârum

 Hakk’a münâcât itmeğe bellü yirüm olmaz benüm

 Sor turduğum yiri bana gelürsen gösterem sana

Bir zerrece Hak’dan ayru gözüm nesne görmez benüm
Yunus ne savaş ne mal mülk ne de dünya derdindedir. Onun tek davası Allah davasıdır. Kendisini bu yola adamıştır. Onun gözünde dünya yalan ölüm gerçektir. Ölümde kesin bir bitişi ifade etmez onun için. Ölüm ona göre Allah’a yaklaşmanın ilk safhasıdır.

Dört kitabın manisi, bellidir bir elifte
Be dedirmeğil bana, ben bu yolda azarım
Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim
Korku hiyanetedir ya ben niçin kızarım
Şeriat oğlanları niçin yol keser bana
Hakikat deryasında bahri oldum yüzerim

Sonuç

Yunus Emre gerek kendi döneminde gerek daha sonraki dönemlerde bazı kimseler tarafından eleştirilmiştir. Yunus kendi döneminde bu şiiriyle anlaşılmadığını ifade eder. Ona küfre giriyor diyerek atılan iftiralara sözün kudretiyle cevap vermiştir. Tarikatlar, sufiler onu eleştirse de o cevap mahiyetinde “hak dedim” dedim der.


    1. Zeki Samet Taş 4 Ağustos 2022

    Yorumunu ekle