Enver Paşa-Mehmetçiğin Enver’i-2
İkinci Bölüm
İşte Hasan Ağa başta olmak üzere saf, muhterem köylüler hükümetin büyümesini, iyiliğini istiyorlardı. Bir gün yine bir jandarma köye geldi. Fakat çehresinde bir meyvist? vardı.
Hasan Ağa adil bir hükümetin elbisesini taşıyan bir jandarma da ciddiyetle imtizaç etmiş mütebessim bir sima görmek istiyordu. Bu hal Hasan ağayı müteessir etti.
Selam verildiğinden, sonra Hasan Ağa jandarmaya sordu.
-Evlat; keyfin mi yok? Hasta mısın?
-Hayır, Hasan Ağa. Vücutça pek güzelim. Sair bir ihtiyacımda yoktur.
-Neden böyle boynunu bükmüş, çehreni sarartmışsın?
-Sizin ve köylü delikanlıların temiz fikirlerine, şu nurlu, arazinizin bir katına acıyorum.
-Evlat bu sözlerinden bir şeyler anladığımız yok.
– Ah baba. Yine vatan tehlikede, İstanbul’da karışıklık var. Eski büyükler tekrar hükümetin devamını ellerine almak istiyorlarmış, cahil askerimizi orada kandırmışlar. İstanbul’un içinde fenalık varmış. Askerler zabitlerini öğretmişler, bazılarını kesmişler! Bu gidişle buraları düşmana geçecek!
31 Mart Vakası
Bu (31) Mart vakası idi.
Bu sözler üzerine Hasan Ağa bir zaman başını yere eğdi, düşündü, ellerini sakalına götürdü. Bir vakit bu halde kaldı. Gözlerinden akan yaşlarla bağırarak seslendi:
Enver’imiz, Niyazi’miz, Fethilerimiz nerede?
Bizim Erzurum’daki kumandanlar ne yapıyor. İstanbul’a gitmek, o eski hainleri asmak için gönüllü asker istemiyorlar mı?
İşte ben önde olmak üzere bütün köylümüz bu hizmete koşacağız. Yok, evladım buralarını düşman çıknamayacaktır, çiğnetmeyiz.
Hasan ağanın heyecanlı sözlerine, karyelerine karşı jandarma cevap verdi.
-Baba, pek çok telaşa düşme. İşittiğime göre Enverler, Niyaziler, Fethiler Selanik’ten İstanbul’a doğru yürümüşler. Başlarında da büyük kumandan Mahmut Şevket Paşa varmış.
Zavallı ihtiyar Hasan Ağa bu zaman bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Zaten herkes ağlıyordu. Küçük çocuklarda bu hale iştirak etmişlerdi.
Harekat Ordusu İstanbul’da
Hasan Ağa ellerini kaldırdı, âmin dedi. Titrek, hazin sadasıyla:
“Ümmet-i Muhammet’e rahmet eyle yarabbi… Enver, Niyazi ve Fethi evlatlarımızın yollarını açık eyle yarabbi. Eski hükümet, millet mürtedlerini kahr eyle yarabbi. Şu masumlara, fakir köylülere lütf eyle yarabbi. Duasını bitirdi. Hemen jandarmanın hükümete ait işini yaptı ve beraber vaktin geç olmasına bakmayarak Erzurum yolunu tuttu. Geceyi yolda bir handa geçirdiler. Sabahleyin güneş doğarken Hasan Ağa Erzurum’un içine giriyor, müsikasını işitiyordu. Sokaklar bayraklarla donatılmıştı.
Hasan Ağa coş ve huruşa geldi, titredi. Mini mini mektep çocuklarının, bütün halkın lisanında:
Yaşasın Enver ve Niyaziler, Fethiler.
İsm-i mübareğini işitti. İhtiyar bu zamanlarda bir delikanlı gibi atının dizginlerini topladı. Üzengilere dokundu, koştu. Hükümet konağı yanında durdu. Orası askerle doluydu. Resmigeçit olacaktı.
Hasan Ağa genç bir mülazıma yaklaştı, sordu:
-Evlat İstanbul’daki millet alçakları ne oldu? Bana haber ver!
Enverlerim, Niyazilerim, Fethilerim İstanbul’a girdi mi? Asilere terbiye verdi mi?
Zabit bu ihtiyarın çehre-i sıfatına, muhterem sözlerine, gözlerinden damlayan yaşlarına baktı, dedi ki:
-Babacığım, “Enverler, Niyaziler, Fethiler” şimdi Elhamdülillah İstanbul’dadır.
Şehzade Mehmet Reşat Efendimizi tahta çıkardılar. Milleti otuz seneden beri mahveden, etrafındaki hainlere aldanan evvelki padişahı (II. Abdülhamit) tahtından indirdiler. Askerimizi kandırıp isyan ettiren hainleri istediler. Şimdi artık merak edilecek bir şey yoktur.
Hasan Ağa bu zabite birçok dualar okudu, orada ahali, bütün askerler bu ihtiyarın at üzerinde bir delikanlı gibi duruşuna, sevincinden bir çocuk gibi ağlayışına bakıyorlardı.
Muhterem köylü dayı oradan gitti, atını bir hana bağladı. İstirahat-ı kalbi ile bir kahve içti. Şekerci dükkânına uğradı. Birçok yer dolaştı. Nihayet bir Müslüman şekerci buldu. Oradan istediğini aldı. Köyün yolunu tuttu. Artık Hasan Ağaya başka bir şey lazım değildi.
Havadisler
Enverler, Niyaziler, Fethiler İstanbul’a girmiş, milleti felakete doğru sevk eden padişahı indirmiş, hainleri asmış idi. Akşama yakın Hasan Ağa köyün içine terlemiş köpük içinde kalmış ceylan gibi atıyla girdi. Erkekler, kadınlar köyün büyük ve merhametli olan şu ihtiyarını bekliyorlardı. Hasan Ağanın yüzü gülüyordu:
Köylü delikanlılardan nişancı, cesur, pehlivan olan Mehmet evvela Hasan dayının yanına sokuldu. Elini öptü, bargirini tuttu ve sordu.
-Enverler, Niyazilerimiz, Fethilerimiz, İstanbul’a girmiş mi?
Hasan Ağa bu sual karşısında gül yüzüyle ahaliye seslendi:
-Size çok güzel havadisler getirdim. Oğullarım bizde kahramanlar eksik olmaz. Bizim dedelerimiz bu yerleri, bu vatanı kılınçlarıyla, kalpleriyle almışlardı. Elbet kahraman evlatlarım Niyaziler, Enverler İstanbul’a girecekler, elbet mürtedleri astıracaklardır. Büyük kumandanımız Mahmut Şevket Paşa başta olmak üzere ordumuz İstanbul’a girmiş, muharebe olmuş askerimizi fenalığa yollayan paşaları asmışlar, milleti kullanamayan hainlerin sözlerine kapılan eski padişahı tahtından indirmişler, yerine Şehzade Reşat Efendimizi getirmişler. Erzurum’da yüz bir tane top atıldı.
Bayram Var…
Haydi, çocuklar milleti, dini, vatanı kurtarmak için İstanbul’a girerken şehit edilen zabitlerimiz, askerlerimiz için dua edelim, âmin diyelim. Dua okundu. Bu masum kalplerin lisanından bir ilahi döküldü. Bu vazife-i kutsiye hitam buldu. Hasan Ağa torbasını getirdi, çimenler üzerine şekerler attı, çocuklara dağıttı, bilezikleri kendi gibi ihtiyar (familyası) can yoldaş Fatma Anaya kızlara verilmek üzere uzattı. Fakat bu muhterem ihtiyar yorgunluğu hiç düşünmüyor. Daha yapılacak işleri olduğunu söylüyordu. Muhtarları, imamı çağırttı ve dedi:
-Yarın millet-i İslam’ın bayramıdır. Köyden hiçbir kimse işe gitmeyecek, herkes bayramlık elbiselerini giyecek, yarın mescitte sabah namazı kılınacak, gündüz saat dörtte köyümüzün soğuk pınar meydanlığında at koşusu olacak, birinci gelene iki koyun vereceğim. Bundan sonra kızlar Enverler, Niyaziler, Fethiler türküsünü söyleyecekler, hep köyce dinleyeceğiz, ayrıca kurban keseceğim.
Hasan Ağa’nın emirleri harfiyen icra edildi. Sabah oldu. Horozlar öterken, ezan sesleri köyün sükûnet havası içinde ihtizaz ediyordu. Mescitte dualar okundu. Sultan Mehmet Reşat Efendimizin ismi zikr edildi.
Gündüz koşuları yapıldı. Kızlar Enver, Niyazi, Fethi türküsünü söylediler. Delikanlılar aşka geldi, köyün âdeti ve Hasan Ağa’nın müsaadesi üzerine silahlar atıldı. Köyde istikbale ait pek çok tatlı ümitler vardı. Donanma ianesi için gelen memurlara, Hasan dayının çok yardımı oluyordu. Artık köylüler az çok her şeyi anlamışlardı.
Oradan birçok zaman geçmişti. Köyün muhterem ihtiyarı yeni bir mektep yaptırmış, malumatlı bir hoca bulmak için Erzurum’a gitmişti. Kahvede oturuyordu, İstanbul’dan gazeteler gelmişti. Orada şöyle yazıyordu.
Trablusgarp Harbi Başlıyor
“Trablusgarp’ta Fethi Bey’in Bingazi’de Enver Bey’in İtalyanlara karşı harbi”
Hasan Ağa yanında gazete okuyan bu adamı iyice dinledi. Kulaklarına inanamıyordu. Yerinde oturamaz bir hale geldi. Sordu ve bağırdı. Evlat! Enver, Fethi oğlumuz neden Trablusgarp’a gitti. İtalyanlar kim oluyor? Mülkümüzde ne arıyorlar?
Zavallı Hasan Ağa’nın hiçbir şeyden haberi yoktu. O köyde yeni mektebin meydana gelmesi için bir aydan beri hiçbir yere gitmemişti. Köyde harpten kimse gelmemişti. Bu yeni İtalya Harbini işitmemişti. Gazete okuyan, Hasan Ağa’ya icap eden tafsilat ve izahatı verdi. Bu zaman Hasan Ağa’nın çehresinde bir tufan yeis bilirdi!
Sevgili okurlar, hikayenin devamı haftaya, ayrıca birinci bölüm için bakınız.
Kaynak: https://katalog.ibb.gov.tr/yordambt/yordam.php?aTumu=mehmedci%C4%9Fin%20enveri
One Comment