Şehzade Mustafa’nın Vefatı ve Perde Arkası

Kanunî Sultan Süleyman devri (1520-1566), Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve kültürel açıdan zirveye ulaştığı, Batı’da “Muhteşem” olarak anılan bir altın çağdır. Ancak bu görkemli dönemin parlaklığı, hanedanın en büyük trajedilerinden birinin gölgesinde kalmıştır: Veliaht Şehzade Mustafa’nın, öz babasının emriyle katledilmesi. 6 Ekim 1553 tarihinde vuku bulan bu olay, sadece bir şehzadenin ölümü değil; aynı zamanda ordu, halk ve aydınlar nezdinde geleceğin umudu olarak görülen bir liderin yok edilişidir. Mustafa’nın şahsında toplanan bu büyük teveccüh, onu ideal bir veliaht yaptığı kadar, saray içi iktidar mücadelesinin de birincil hedefi haline getirmiş ve trajik sonunu hazırlamıştır. Bu vaka, yalnızca bir iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda devletin resmi anlatısıyla toplumsal vicdanın karşı karşıya geldiği derin bir meşruiyet krizinin de adıdır.

Saltanatın Gölgesindeki Şehzade Mustafa Kimdi?

Şehzade Mustafa, yalnızca Kanunî Sultan Süleyman’ın en büyük oğlu ve tahtın doğal varisi olmasıyla değil, aynı zamanda sahip olduğu üstün vasıflarla da öne çıkan bir figürdü. Ordu ve halk nezdindeki sarsılmaz popülaritesi, onu hem bir güvence hem de bir tehdit olarak konumlandırıyordu.

Şehzade Mustafa’nın Şahsiyet ve Kabiliyetleri

Dönemin şairleri ve vakanüvisleri, Şehzade Mustafa’yı ideal bir hükümdar adayı olarak tasvir eder. Eserlerinde adil, cömert, cesur, dindar ve en önemlisi babasına sadık bir karakter portresi çizerler. Bu vasıflar, onun sadece bir şehzade değil, aynı zamanda geleceğe dair bir umut olarak görülmesinin temelini oluşturur. Şair Nazmî’nin dizelerinde bu durum şöyle yankılanır:

“Mülk-i Osmanda Ömer adlin iderdi ol ıyan” (Osmanlı mülkünde Ömer adaletini o gösterirdi.)

Benzer şekilde, şair Kâdirî de onun devlet adamlığı ve cömertliğine vurgu yapar:

“Pür-şecâ’at pür-sehâvet devlet-i erkân idi” (Cesaret ve cömertlikle dolu bir devlet büyüğü idi.)

Mustafa, aynı zamanda sanata ve ilme değer veren bir entelektüeldi. “Muhlisî” mahlasıyla şiirler yazan şehzade, etrafında bir ilim ve sanat çevresi toplamayı başarmıştı. Bu özellikleri, onu sadece bir asker ve yönetici adayı olarak değil, aynı zamanda kültürlü bir lider olarak da konumlandırıyordu.

Şehzade Mustafa’nın Halk ve Ordu Gözündeki Yeri

Şehzade Mustafa’nın en büyük destekçisi, hiç şüphesiz Osmanlı ordusunun belkemiği olan Yeniçerilerdi. Askerler, onu geleceğin padişahı olarak görüyor ve kendisine sarsılmaz bir sadakatle bağlılık gösteriyorlardı. Venedik Balyosu Bernardo Navagero’nun raporlarında belirttiği gibi, Mustafa “imparatorluğun geleceğine egemen olma bakımından, bütün kardeşlerinden ne kadar çok sevildiği ve istendiği kolayca anlatılamaz” bir konumdaydı. Bu sevgi, onun sancak beyliği yaptığı Manisa ve Amasya’da halkla kurduğu doğrudan ve adil ilişkiden besleniyordu. Herkes, Kanunî’den sonra tahta onun geçeceğine kesin gözüyle bakıyordu.

Peki, ordu ve halk tarafından bu denli sevilen, yetenekleri ve liyakatiyle öne çıkan bir şehzade, öz babası tarafından neden bir tehdit olarak görüldü?

Bu sorunun cevabı, Şehzade Mustafa’nın etrafında kenetlenen bu büyük beklentinin, imparatorluğun zirve döneminde alttan alta kaynayan sosyo-ekonomik gerilimlerle birleşerek onu trajik bir sona nasıl hazırladığında yatmaktadır. XVI. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, artan nüfus ve para değerindeki düşüş ciddi bir ekonomik baskı yaratmıştı. Örneğin, 1460’ta 15-20 akçe olan bir koyunun bedeli, 1560’a gelindiğinde %300’lük bir artışla 70-80 akçeye fırlamıştı. Bu süreçte devletin artırdığı avarız vergileri ve tımarlardaki bozulmalar, “çiftbozan” olarak adlandırılan, toprağını terk eden mülksüz bir köylü sınıfının doğmasına neden olmuştu. İşte bu bozulan düzene karşı Şehzade Mustafa, halkın gözünde sadece sevilen bir veliaht değil, aynı zamanda adaleti ve refahı geri getirecek bir kurtarıcı umuduna dönüşmüştü. Bu durum, saraydaki rakipleri için onu daha da tehlikeli kılıyordu.

Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa’nın Entrikaları

Şehzade Mustafa’nın vefatı, anlık bir öfke patlaması ya da ani bir kararın sonucu değildi. Aksine, yıllara yayılan, dikkatle örülmüş bir saray komplosunun son perdesiydi. Osmanlı veraset sisteminin belirli bir kurala bağlı olmaması, şehzadeler arasında kaçınılmaz bir rekabet yaratıyordu. Bu rekabet ortamında, Hürrem Sultan ve Sadrazam Rüstem Paşa gibi aktörlerin motivasyonları ve yöntemleri, bu büyük trajedinin anlaşılması için kilit bir rol oynamaktadır.

Hürrem Sultan’ın Hırsı ve Saray İçi Güç Dengeleri

Kanunî Sultan Süleyman’ın nikâhlı eşi olarak sarayda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip olan Hürrem Sultan, kendi oğullarından birini (Şehzade Bayezid veya Selim) tahta geçirmeyi en büyük hedefi olarak görüyordu. Bu hedefin önündeki en büyük engel ise tahtın en güçlü adayı olan Şehzade Mustafa ve onun annesi Mâhidevran Sultan’dı. Hürrem Sultan, yıllar boyunca Mustafa ve annesini padişah nezdinde itibarsızlaştırmak, saraydan uzaklaştırmak ve güçlerini kırmak için sistemli bir faaliyet yürüttü. Şehzade Mustafa’nın halk ve ordu nezdindeki popülaritesi, Hürrem Sultan’ın gözünde onu daha da tehlikeli bir rakip haline getiriyordu.

Sahte Mektup İddiası

Hürrem Sultan’ın bu komplodaki en önemli müttefiki, kızı Mihrimah Sultan ile evli olan Sadrazam Rüstem Paşa’ydı. Rüstem Paşa, devletin zirvesindeki gücünü kullanarak Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırmak için sinsi bir plan hazırladı. Bu plana göre Şehzade Mustafa, Safevi Şahı Tahmasb ile gizlice mektuplaşarak babasına karşı bir isyan (bağy) hazırlığı içindeydi.

Bu komplonun en somut “delili” olarak, Şehzade Mustafa’nın mührünün taklit edilerek hazırlandığı iddia edilen sahte bir mektup öne sürüldü. Rüstem Paşa, 1553’teki Nahçıvan Seferi sırasında bu ve benzeri “kanıtları” Kanunî’ye sunarak, padişahın oğluna karşı zaten var olan şüphelerini bir ihanet inancına dönüştürdü. Dönemin şairleri, Rüstem Paşa’yı bu trajedinin baş mimarı olarak görmekteydi. Taşlıcalı Yahya gibi şairler, onu dizelerinde “şeytan” ve “mekr” (hile) sembolü olarak anarken, aslında dönemin aydınlarının zihninde yer etmiş daha derin bir kültürel referansa gönderme yapıyorlardı. Bu referans, Firdevsî’nin Şehnâme‘sinde geçen ve mitolojik kahraman Rüstem-i Zâl’ın hile ile öz oğlunu öldürdüğü trajik anlatıdır. Dolayısıyla, Rüstem Paşa’ya atfedilen “mekr-i Rüstem” (Rüstem’in hilesi) ifadesi, basit bir aldatmacanın ötesinde, bu baba-oğul trajedisini entelektüel bir çerçevede lanetleyen güçlü bir ithamdı.

Kanunî’nin zihnine ekilen bu ihanet tohumları, çok geçmeden Konya ovasındaki otağ-ı hümayunda gerçekleşecek trajik baba-oğul yüzleşmesi için zemini hazırlamış oldu.

6 Ekim 1553 ve Sonrası

Nahçıvan Seferi sırasında Konya Ereğlisi yakınlarındaki Aktepe’de kurulan otağ-ı hümayun, tarihin en gergin anlarından birine sahne oluyordu. Bu an, sadece bir şehzadenin ölümü değil, aynı zamanda bir padişah ile ordusu arasındaki güven bağının derinden sarsıldığı ve “nizâm-ı âlem” ilkesinin acımasız mantığının tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir kırılma noktasıydı.

İnfaz Anı ve Ordunun Öfkesi

6 Ekim 1553 günü Şehzade Mustafa, babasının davetine icabet etmek üzere otağına doğru yola çıktı. Avusturya elçisi Busbecg gibi kaynakların aktardığına göre, yakın çevresi onu gitmemesi yönünde uyarmış, bunun bir tuzak olabileceğini söylemişti. Ancak Mustafa, suçsuzluğuna olan sarsılmaz inancıyla babasının huzuruna tek başına yürüdü.

Otağın perdelerini araladığında ise babası yerine karşısında yedi dilsiz celladı buldu. Kaynakların aktardığına göre, son derece güçlü bir fiziğe sahip olan şehzade, cellatlara bir süre tek başına direnmiş, ancak “saray hademelerinden Mahmud Ağa”nın arkadan müdahalesiyle yere düşürüldükten sonra yay kirişiyle boğularak infaz edilebilmiştir. Cesedinin bir İran halısı üzerinde otağın önüne konulmasıyla birlikte, ordugâhta adeta bir kıyamet koptu. Özellikle Mustafa’ya büyük bir sevgiyle bağlı olan Yeniçeriler, bu duruma isyan ederek büyük bir öfke patlaması yaşadılar. Askerler, komplonun baş sorumlusu olarak gördükleri Sadrazam Rüstem Paşa’nın çadırına yürüdüler. Büyüyen isyanı bastırmakta zorlanan Kanunî Sultan Süleyman, askerleri yatıştırmak için Rüstem Paşa’yı görevden almak zorunda kaldı. Bu durum, ordunun Mustafa’ya olan bağlılığının ve komplonun arkasındaki ismin kim olduğunun farkında olduğunun en net göstergesiydi.

Mersiyeler ve “Mâşerî Vicdan”

Şehzade Mustafa’nın katline karşı en güçlü ve kalıcı tepki, edebiyat sahasında verildi. Celâl-zâde Mustafa Çelebi gibi dönemin resmî tarihçileri olayı devletin bekası (nizâm-ı âlem) için alınması zorunlu bir tedbir olarak yansıtmaya çalışsa da, halkın gerçek duyguları şairlerin kaleminde hayat buldu. Bu olay üzerine yazılan mersiyeler (ağıtlar), devletin resmi anlatısına karşı bir “karşı-anlatı” oluşturarak dönemin “mâşerî vicdanı”nın, yani toplumsal vicdanın sesi oldu. Kaynaklara göre, aralarında Nisâyî adında bir kadın şairin de bulunduğu çeşitli toplumsal kesimlerden şairler tarafından en az 15 mersiye kaleme alınmıştır. Bu, tepkinin ne denli yaygın ve çeşitli olduğunun somut bir kanıtıdır.

Bu eserler, sadece bir üzüntünün ifadesi değil, aynı zamanda iktidara yönelik üstü örtülü bir isyan çığlığıydı. Eserler arasında en meşhuru olan Taşlıcalı Yahya Bey’in mersiyesi, olayın trajedisini ve halkın hissettiği büyük yıkımı şu ölümsüz mısralarla dile getirir:

“Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı Ecel celâlîleri aldı Mustafâ Hânı.”

Bu ölümün toplumda yarattığı travma o kadar derindi ki, halk şehzadenin öldüğünü bir türlü kabullenemedi. Bu durum, olaydan kısa bir süre sonra Rumeli’de ortaya çıkan ve kendini Şehzade Mustafa olarak tanıtan birinin liderliğindeki “Düzmece Mustafa” isyanına zemin hazırladı. Bu trajedi, Şehzade Mustafa’nın ölümüyle sınırlı kalmadı. Yankıları, hem ailesinin geri kalanını hem de imparatorluğun gelecekteki taht kavgalarını derinden etkileyerek devam etti.

“Nizâm-ı Âlem” Uğruna Bir Kurban: Şehzade Mustafa Olayının Tarihsel Mirası

Şehzade Mustafa’nın vefatı, bir aile trajedisinin çok ötesinde, Osmanlı devlet aklının işleyişini, siyaseten katl uygulamasının meşruiyet zeminini ve mutlak iktidar ile halk iradesi arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamak için kritik bir vaka niteliğindedir. Bu olay, imparatorluğun zirve döneminde yaşanan derin bir meşruiyet krizinin ve ahlaki sorgulamanın da başlangıcı olmuştur.

Devlet Aklı ve Meşruiyet

Kanunî Sultan Süleyman’ın kararının ardındaki temel motivasyon, Fatih Kanunnamesi ile kurumsallaşan “nizâm-ı âlem”, yani devlet düzeninin bekası ilkesiydi. Bu ilkeye göre, devletin birliğini ve bütünlüğünü tehdit edebilecek potansiyel bir iç savaş riski, tek bir şehzadenin hayatından daha önemliydi. Kararın meşruiyet zemini, hem örfi hukuka hem de şer’i hukuka dayandırılmaya çalışılmıştır. Örfi hukuk açısından, İslam hukukundan tevarüs eden “zarar-ı âmmı def’ için zarar-ı hâsın ihtiyar olunması” (genel bir zararı önlemek için özel bir zararın tercih edilmesi) kaidesi kullanılmıştır. Şer’i hukuk açısından ise Şehzade Mustafa’nın Safevilerle işbirliği yaptığı iddiası, onun devlete isyan anlamına gelen bağy suçunu işlediği şeklinde yorumlanmış ve bu suçun cezasının katl olduğu ileri sürülmüştür. Padişah, oğlunun bir isyan hazırlığında olduğuna inandırılarak, devletin geleceği için bu acı kararı almak zorunda kaldığına inanmıştır.

[[İlgili Makale: Osmanlı’da Kardeş Katli ve Siyaseten Katl Meselesi]]

Facianın Devamı

İnfazın ardından yaşananlar, olayın acımasızlığını daha da derinleştirmiştir:

• Oğlunun Katli: Taht üzerinde hak iddia edebilecek bir varis bırakmamak adına, Mustafa’nın Bursa’da bulunan küçük yaştaki oğlu Şehzade Mehmet de boğdurularak öldürülmüştür.

• Mâhidevran Sultan’ın Kaderi: Oğlu ve torunu katledilen Mâhidevran Sultan, Bursa’ya gönderilmiş ve burada yıllarca büyük bir yoksulluk ve tecrit içinde yaşamıştır. Saraydan alması gereken tahsisat kesilmiş, o kadar borca batmıştır ki on yıllık ev kirasını ödeyemez hale gelmiş ve Bursa çarşısı esnafının kendisine ve maiyetine yiyecek satmayı reddetmesi üzerine, bu durum ancak padişah fermanıyla çözülebilmiştir.

• Gecikmiş Bir İtibar: Şehzade Mustafa’nın Bursa’daki türbesi, babası Kanunî tarafından değil, ölümünden tam yirmi yıl sonra, 1573’te tahta geçen üvey kardeşi II. Selim’in emriyle yaptırılmıştır. Bu yirmi yıllık gecikme, Kanunî’nin oğluna karşı tutumunun ve olayın hanedan içindeki hassasiyetinin ne denli kalıcı olduğunun acı bir kanıtı olarak yorumlanabilir.

Tarihsel Muhasebe

Şehzade Mustafa’nın vefatı, üzerinden geçen yüzyıllara rağmen hâlâ tartışılan, acısı ve yankıları taze kalan bir hadisedir. Bu olay, Osmanlı tarihinin en parlak dönemine düşen karanlık bir gölge olarak varlığını sürdürmektedir.

Şehzade Mustafa’nın vefatı, Osmanlı Devleti’ni bir iç savaştan kurtarmış olabilir miydi, yoksa en parlak döneminde hanedanın geleceğine indirilen onarılmaz bir darbe miydi?

Bu sorunun kesin bir cevabı olmasa da, Şehzade Mustafa’nın ölümüyle imparatorluğun sadece yetenekli bir varisi değil, aynı zamanda halkın ve ordunun nezdindeki meşruiyetini ve umudunu da derinden sarstığı açıktır.

——————————————————————————–

Kaynakça
Açıkgöz, Namık. “Devrin Şâirlerine Göre Şahzade Mustafa’nın Şahsiyeti”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 39, (Ağustos 2015), ss. 7-13.
Busbecg, Ogier Ghiselin de. Kanuni Devrinde Bir Sefirin Hâtıratı. Çev. Aysel Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, ts.
Celâl-zâde Mustafa Çelebi. Tabakâtü’l-Memâlik ve Derecâtü’l-Mesâlik. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Nadir Eserler Bölümü, No: 5997.
Demirtaş, Funda. “Kanuni Sultan Süleyman’ın Oğlu Şehzade Mustafa’nın vefatı”. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 22, (Aralık 2010), ss. 205-229.
Şentürk, Ahmet Atilla. Taşlıcalı Yahyâ Beğ’in Şehzâde Mustafa Mersiyesi yahut Kanûnî Hicviyesi. Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2014.
Turan, Şerafettin. Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları. Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997.
Tunç, Muhammet Nuri. “Osmanlı’da Hanedanlığa Katli”. Türk Araştırmaları Uluslararası Türkçe veya Türk Dilleri, Edebiyatı ve Tarihi Dergisi , Cilt 9/4, (Bahar 2014)
Uluçay, Çağatay. “Kanuni Sultan Süleyman ve Ailesi İle İlgili Bazı Notlar ve Vesikalar”. Kanuni Armağanı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1970, ss. 227-258.

Alakalı Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir