Bir Japon Aydının Gözünden Türkiye ve Türkler

Bir Japon Aydının Gözünden Türkiye ve Türkler

Bir Japon aydının gözünden Türkiye ve Türkler konulu yazımızın baş kahramanı Japon Aydını Nagase Hosuke’dir. Bahse konu aydın Türkiye ziyareti sonrasında ülkesine döndükten sonra 1915 senesinde Türkiye ve Türkler konulu bir kitap yayınlamıştır.

Yazar Nagese Hosuke’nin sunduğu bilgilerden Türk tarihi, coğrafyası, dönemin siyasal yapısına dair önemli bilgilerin yanı sıra, Türk toplumu ve kültürüne ilişkin çeşitli gözlem ve değerlendirmelerine ulaşmak mümkün.

Bir Japon Aydının Gözünden Türkiye ve Türkler Yazımızdaki Aydın Nagase HOSUKE kimdir?

Nagase Hosuke; Tokyo Yabancı Diller Okulu’nun Çince bölümünden mezun olduktan sonra 1885-1888
yılları arasında Johns Hopkins Üniversitesi’nde tarih ve iktisat, 1888-1894 yılları arasındaysa Berlin Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi görmüştür. 1894 yılında Japonya’ya dönen Nagase; Japon Kara Harp Akademisi, Waseda Üniversitesi, Doğu Asya Üniversitesi (Şangay, Çin) gibi kurumlarda öğretim üyesi olarak görev almıştır.

Nagase, 1908 yılında Japon Genel Kurmay Başkanlığı Tarih Bilimleri biriminde görevlendirilmiş ve bu dönemde Orta Asya ve Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret etmiştir. 1922 yılında Kokushikan Üniversitesi rektörlük görevine getirilen Nagase, özellikle dış politika alanındaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Nagase’nin, özellikle çeşitli Avrupa ülkelerinin siyasi ve toplumsal yapılarını ele aldığı çok sayıda eseri bulunmaktadır. Nagase; hem Doğu dünyasını, hem de Batı dünyasını yakından tanıyan bir uzman olarak çalışmalarındaki objektif ve başarılı değerlendirmeleriyle dikkat çekmiştir.

nagase-hosuke-türkiye-ve-türkler

“Türkiye ve Türkler (Toruko to Torukojin)” kitabı, Nagase Hosuke’nin önemli çalısmaları arasında yer alır. Toplam beş bölüm ve 126 sayfadan oluşan kitap, 1915 yılında Fusanbo yayınevi (Tokyo) tarafından yayımlanmıştır.

Nagase’nin kitabında yer verdiği izlenim ve değerlendirmelerinden bazıları şu şekildedir.

Türklerin Fiziksel Özellikleri

“Türkler, aslında Tatarlar ve Moğollarla aynı ırka mensupturlar. Yani bir Ural-Altay milletidirler. Ancak, bugünkü Osmanlı Türklerinin bu ırksal özelliklerini kaybettikleri ve melezleşmiş oldukları söylenebilir.
Türkler, görünüş olarak hiç de Tatar ve Moğollara benzemezler. Hatta üst sınıfa mensup kimseler, Kafkas tipinde olup, Batılıları andırmaktadır. Bu kimselerin tenleri beyaz ve burun kemikleri yüksektir. Yani, göze hoş gelen bir fiziksel görünümleri vardır. Bu durum; Türklerin Avrupalıların yasadığı toprakları fethetmeleri, yerel halklarla karışmaları ve Kafkas tipindeki bayanlarla evlenmelerinin bir sonucudur. Anadolu’nun iç kesimlerinde, kırsal bölgelerde yaşayan ve daha çok tarım ve hayvancılıkla uğrasan kimseler ise,
bugün dahi Türklerin geçmişten gelen fiziksel özelliklerini taşımaktadırlar. Yani; kafatasları basık, yüzleri uzunca, elmacık kemikleri çıkık, burun kalkık, gözler ince ve dışarıya doğru çıkık, orta boylu ve hafif kiloludurlar. Özellikle, “yörük” veya “göçebe” olarak bilinen kimselerin, görünüm bakımından Rusya’da yaşayan Tatarlardan hiçbir farkları yoktur.” (s.78-80)

Türklerin Milli Karakteri

“Türkler; karma evliliklerden dolayı önemli ölçüde melezleşmiş olsalar da, büyük bir kısmı geçmişten gelen milli karakterlerinden bir şey kaybetmemiştir. Türklerin birkaç karakteristik özelliğini sıralamamız gerekirse; Birincisi Türkler son derece dürüst kimselerdir. Şakadan bile olsa yalan söylemezler. Çok içten ve samimidirler. Asla birisini kandırmak ve dolandırmak gibi bir iş yapmazlar. Özellikle, parasal konularda katiyen doğruluktan ayrılmazlar. Türklerin bu kadar dürüst olmalarında, Müslüman olmalarının da önemli bir payı vardır. Dürüstlük konusunda size basit bir örnek vereyim: bir meyve satıcısından elma satın aldığınızda, satıcı tarttığı elmalara fazladan bir elma daha ilave edecektir. Böyle yapmasının sebebi, teraziden kaynaklanan bir tartı hatası yapmış olabileceğini düşündüğü içindir.” (s.80)

“Türkler gösterişten uzak, sade ve samimi insanlardır. Asla gereksiz övgülere ve dalkavukluklara kalkışmazlar. Ayrıca, Türkler gevezeliği hiç sevmezler. Bir şey yaparken ve çalışırken sessizlik içinde olmayı yeğlerler. Bu onların güzel bir meziyetidir.” (s.81)

“Türklerin “it ürür, kervan yürür” diye bir atasözleri vardır. Bu atasözü, Türklerin milli karakterini de yansıtmaktadır. Türkler çok hoşgörülüdürler, kolay kolay öfkelenmezler. Alt sınıfa mensup kimseler arasında bile bağırıp çağırarak kavga eden kimseleri göremezsiniz. Türkler oldukça ılımlı ve barışsever insanlardır.”
(s.81)

Bir Japon Aydının Gözünden Türkiye ve Türkler Yazımıza devam edelim

“Türklerin bir başka meziyeti, son derece merhametli ve yardımsever oluşlarıdır. Türkler; yaslılara, güçsüz kadınlara, çocuklara ve özellikle de yoksullara karsı çok anlayışlı ve yardımseverdirler. Bir dilenci, yardım talep ettiği takdirde; az olsun, çok olsun muhakkak bir miktar para elde eder. Eğer kendisinden yardım talep edilen kişinin yanında parası yoksa bile en azından dua ve şefkatli sözlerle yardım isteyen kişiyi uğurlar. Türkler; kesinlikle insanın kalbini kıran, karsısındakini rencide eden söz ve davranışlarda bulunmazlar.” (s.83)

“Bir yolcu, geceyi geçirebileceği bir yere ihtiyaç duyduğunda; Türkler bu kişinin sadece kalacak yerini değil her türlü gereksinimini karşılamaya gayret ederler. O kimseyi, ellerinden geldiğince, en iyi şekilde ağırlamaya çalışırlar. Bu onlar için bir şereftir ve Türkler böyle davranmayı kendilerine bir vazife addederler. Ayrıca, Türkler böyle şeyler için kesinlikle para vb. şey kabul etmezler.” (s.84)

“Türkler, hayvanlara karsı da son derece şefkatlidirler. Sebepsiz yere hayvanları asla öldürmezler. Bir avcının elinde canlı bir kus gördükleri vakit, muhakkak bu kuşu satın alırlar ve salıverirler. Bursa’da kuşlar için yapılmış bir şifahane vardır. Burada yaslı, güçsüz, hasta ve sıcak yerlere göç edemeyecek durumdaki kuşların bakım ve tedavisi yapılır. Yaralı kuşlar tedavi edilir. Hatta bacağı olmayan kuşlara takma bacak bile takılır. Türklerin köpek sevgisi de olağanüstüdür ve meşhurdur. Türk toprakları, köpekler için neredeyse bir cennet gibidir. Her yerde ve çok sayıda köpek görmek mümkündür.” (s.84)

“Türkler; çogunlukla dürüst, mütevazı, gözü tok, temiz kalpli, merhametli ve sabırlı kimselerdir.” (s.85)

Türk Toplumunda İnsan İliskileri

“Türk toplumunda insan ilişkileri tevazu ve huzur üzerine kuruludur. Türklerde, babadan oğula aktarılan bir aristokrat sınıfı veya ayrıcalıklı zümreler gibi toplumsal sınıflar yoktur. Sultanın ailesi haricinde; ne bir bakanın, ne de başka bir üst düzey görevlinin, (insan ilişkileri açısından) sıradan bir vatandaştan bir farkı yoktur. Yani, makamı dolayısıyla herhangi bir üstünlüğe veya ayrıcalığa sahip değildir. Bu yüzden, bir kişi kölelikten başbakanlığa kadar yükselebilir veya bakanlığa kadar yükselen bir kişi görevinden ayrıldıktan sonra yine sıradan bir vatandaş olarak hayatını sürdürür.” (s.88)

Bir Japon Aydının Gözünden Türkiye ve Türkler hakkında

Türklerde İsim Geleneği

“Türklerde sadece isim vardır; soyadı kullanmazlar. Bizim belki soyadı diyebileceğimiz şey olarak Türkler “falan kişinin oğlu, filancanın oğlu” gibi tabirler kullanırlar. Toplumun alt sınıfına mensup kimseler ise, isim dahi kullanmazlar. Birbirlerine sadece lakaplarıyla hitap ederler.” (s.89)

Türk Toplumunda Evlilik Kurumu

“Türklerin Müslüman olmalarından dolayı, tıpkı Mormonlarda olduğu gibi erkeklerin çok eşli olduğu zannedilse de, bu aslında büyük bir yanılgıdır. İslamiyet’in peygamberi Muhammed dört kadına kadar evlenebilme izni vermiştir. Ancak, bu izin bazı şartlara bağlıdır. Bir erkek, her hanımına ayrı bir ev tahsis etmek zorundadır. Erkeğin tüm hanımlarını aynı evde birlikte oturtması mümkün değildir. Buradaki amaç, hanımlar arasında çıkabilecek huzursuzluk ve kavgaların önüne geçmektir. Bu yüzden, yeterli maddi gücü olmayan erkeklerin birden fazla hanımla evlenebilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla Türk erkeklerinin büyük bir kısmı gerçekte sadece tek bir hanımla evlidir. Çok yoksul kimseler ise hiç evlenemez ve ömür boyu bekâr yasarlar. Ayrıca, Türkler evlenirken yüklü miktarda baslık parası da ödemek zorundadırlar. Bu gelenek, Çin ve Kore gibi ülkelerdeki geleneklerle benzerlik göstermektedir.” (s.89-90)

Türk Aile Yaşamı ve Kadınların Konumu

“Pek çok kişinin de bildiği üzere; Türk kadınları “harem” olarak adlandırılan ve sadece kadınlara ayrılmış olan evin özel bölümlerinde yasarlar. Kadınlar, kocaları haricinde asla başka bir erkekle görüşemezler. Dışarıya çıkacakları zaman “çarşaf” adı verilen bir giyim kuşanarak vücutlarını tamamen örterler. Yüzlerini ise siyah ve şeffaf bir örtüyle gizlerler. Kadınların yüzlerini göstermeleri kesinlikle yasaktır. Duyduğum kadarıyla, yüksek sınıfa mensup bazı hanımlar arasında bu geleneğe uymayanlar ortaya çıkmış. Ancak dini ve toplumsal nedenlerden dolayı, bu geleneğin kolaylıkla terk edilebileceğini zannetmiyorum.”(s.90-91)

“Erkek çocuklarının sekiz yasına kadar haremde anneleriyle birlikte yasamalarına izin verilmesine rağmen sünnet edildikten sonra hareme girmelerine izin verilmeyişi, bu ülkenin bir başka geleneğidir. Kız çocukları ise genellikle on altı yasında evlendirilirler ve sonraki tüm yaşamlarını haremde geçirirler. Kadınların kocalarıyla el ele tutuşup dışarı gezmeye çıkmaları bir yana, aynı sofrada yemek yemeleri dahi mümkün değildir. Bu açıdan bakınca; yeryüzünde Türk kadınları kadar acınacak durumda olan başka birisi olmadığını düşünebilirsiniz.

Ancak, isin iç yüzüne vakıf olduğunuzda, durumun hiç de öyle olmadığını hayretler içerisinde göreceksiniz. İslam dininde erkekler, kadınlarına gerekli sevgi ve ilgiyi göstermek zorundadırlar. Bu, kadınların sahip olduğu bir haktır. Bu yüzden, evli erkekler gün batımından gün doğumuna kadar haremde bulunmak ve esleriyle zaman geçirmek zorundadırlar. Evli erkeklerin gece dışarıda gezmelerine ve eğlenmelerine müsaade yoktur. Kadınların, kocaları üzerinde oldukça etkili oldukları; deyim yerindeyse kocalarını parmaklarında oynattıkları da sıklıkla görülür. Varlıklı evlerde birkaç kadın hizmetçi çalıştırılır ve evin tüm islerini bu hizmetçiler görür. Evin hanımıysa, tüm gün boyunca makyaj yapar veya keyfine göre başka şeylerle oyalanır.” (s.91-92)

Türk Evleri

“Türklerin yasadığı evlerin tamamına yakını ahşap veya kerpiçtir. Evlerin dış görüntüsü biraz Avrupai olmakla birlikte, evlerin içerisi Japon evlerini andırır. Japon evlerinde olduğu gibi, Türk evlerinde
de sandalye ve yatak gibi şeyler kullanılmaz. İnsanlar yere oturur. Yere bir hasır veya örtü serilir. Kısın, bu hasır veya örtünün üzerine ise meşhur Türk halıları serilir. Bazı evlerdeyse, odanın bir kösesinde, kumaşla kaplanmış “kanepe” adı verilen bir divan bulunur ve onun üzerine oturulur. Türkiye’ye gitmeden önce, Türklerin bağdaş kurarak oturduklarını zannederdim. Ancak gerçekte, aynı Japonlar gibi dizlerinin üzerinde oturduklarını gözlemledim ve buna çok sasırdım. Bu şekilde oturma alışkanlığı, belki de dünyada sadece Türk ve Japonlara mahsus bir şeydir. Bu açıdan bakınca; böyle bir benzerlik, biz Japonlar ile Türkler arasında bir akrabalık münasebetinin olabileceğini düşündürmüyor da değil.” (s.92-94)

“Türk evlerinin önemli bir özelliği; evlerin erkeklere ayrılan “selamlık” ve kadınlara ayrılan “harem” olmak üzere iki bölümden oluşmasıdır. Bu iki bölüm birbirinden kalın bir kerpiç duvarla ayrılmıştır. “Selamlık” ve “harem” bölümlerinin arasındaysa evin yegâne girişi bulunur. Genellikle kapı sıkı bir biçimde kapatılır. Dışarıdan evin içerisini görmek mümkün değildir.” (s.94)

Türklerin Yemek Yeme Şekli

“Türklere dair ilginç pek çok ayrıntı bulunmakla birlikte, bunların hepsine burada değinmem mümkün değildir. Türkler yemek yerken, yemek çubuğu, çatal gibi şeyler kullanmazlar; sağ el parmaklarını kullanarak yemek yerler. Benzer alışkanlık Hintlilerde de olduğu için belki size pek şaşırtıcı gelmeyebilir. Türklerin yemek yerken sadece sağ ellerini kullanmalarının sebebi, taharet sırasında sol ellerini kullanmaları ve bu yüzden sol ellerini necis kabul etmelerindendir. Dolayısıyla, Türkler kesinlikle sol ellerini kullanarak bir şey yemezler.” (s.95)

Türk Hamamı

“İster erkek, ister kadın olsun; Türkler haftada en az bir kez yıkanırlar. Bu alışkanlık, Türklerin Müslüman olmalarından ileri gelmektedir. Bu yüzden, şehrin hemen her kösesinde bulunan camiler gibi; şehrin her yerinde hamam bulmanız mümkündür. Hamamlar herkesin yararlanabilmesi için ücretsizdir. Bu hamamlar, “Türk hamamı” diye bilinen buhar banyolarıdır. Biz de defalarca Türk hamamına gittik. Türk hamamı, gerçekten de insanı çok rahatlatıyor. Keşke Japonya’da da Türk hamamları olsa! Ne kadar da güzel olurdu!” (s.95)

Türk Erkeklerinin Eğlencesi

“Türkler, sigara ve kahveyi çok severler. Kahvehaneler, pek gösterişli olmayan, derme-çatma dükkânlardır ancak her yerde kahvehane bulmak mümkündür. Türkler, bu kahvehanelere giderek bir-iki saat boyunca burada otururlar ve yoldan geçenleri seyrederler. Bu esnada da, sigara ve kahve içerler. Avrupa’daki
kahve evlerinin, aslında Türk kahvehanelerinin taklit edilerek yapıldığı söylenir.” (s.95)

Türkler ve Alkol

“Türklerin ağızlarına bir damla olsun içki koymamaları, onların ilginç özelliklerinden birisidir. Bu durum da, tahmin edebileceğiniz gibi, Türklerin Müslüman olmasından kaynaklanmaktadır. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, asla bir sarhoş göremezsiniz. Bu noktada, Türkler değil; alkol serbestliğini savunan Hristiyan ülkelerin durumu bence daha mantıksız görünüyor. Ancak, son yıllarda yüksek sınıfa mensup bazı kimselerin yurtdışından gelen şarap ve bira gibi içkileri tüketmeye başladıklarını duydum. Ancak kişisel kanaatim odur ki, bu hiç de takdir edilecek bir durum değildir. Doğulu milletler, kendi kültürlerinden gelen güzellikleri ve meziyetleri terk ederek, Batının kötü alışkanlıklarını taklit etmeye çalışmasından dolayı Batılılar tarafından alaya alınırlar. Doğulu milletler, eğer Batıyı taklit etmek istiyorlarsa, onların üstün oldukları yönlerden çeşitli dersler çıkarmaya gayret etmelidirler. Hele hele Türklerin öz eleştiri yapması
gereken pek çok nokta bulunmaktadır.” (s.96)

Kaynakça:
BİR JAPON AYDININ GÖZÜNDEN TÜRKLER -NAGASE HOSUKE’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-
Yrd. Doç. Dr. Okan Haluk AKBAY

  • Donanmayi Osmani Muaveneti Milliyye Cemiyyeti
    Donanmayi Osmani Muaveneti Milliyye Cemiyyeti İkinci Meşrutiyetin 23 Temmuz 1908’de ilan edildiği dönemde kurulmuştur. Bu dönemde toplumsal yaşamda büyük bir canlılık meydana getirmiştir. Özgürlük rejiminin içgüdüsel gereği olarak ülkenin her yerinde cem’iyyet ve dernekler kurulmuş ve bu cemiyetler toplumsal yaşamın ayrılmazbir parçasını oluşturmuşlardır. Bu dönem içerisinde kurulan cemiyetlerden birisi de Donanmayi Osmani Muaveneti Milliyye Cemiyyeti’dir. …

    Donanmayi Osmani Muaveneti Milliyye Cemiyyeti Devamı »

  • Surre Alayı: Osmanlının Hürmet Nişanı
    Surre Alayı, Surre kelime olarak “içine para konulan kese veya cüzdan” demektir. Surre Alayı (Surre-i Hümâyûn), “dağıtımı hac zamanına yetiştirilmek üzere Osmanlı padişahları tarafından Medine’de Ravza-i Mutahhara görevlileri, Mekke’de Mescid-i Haram vazifelileri ile Kudüs’teki Mescid-i Aksâ görevlilerine, bu şehirlerdeki kutsal mabetler civarında oturan yoksullara, âlimlere ve hayatıyla halka örnek olan sâlih kimselere dağıtılmak üzere gönderilen para …

    Surre Alayı: Osmanlının Hürmet Nişanı Devamı »

  • Osmanlı Kaleleri: Adakale Kalesi
    ADAKALE KALESİ Adakale Kalesi Romanya’da Tuna Nehri üzerinde, Transilvanya Alpleri ile Balkan Dağları arasında Demirkapı Geçidi’nin 4 km. yukarısında bulunan 160.000 m²’lik alana sahip Orşova şehrinin tam karşısında bir ada bulunan Osmanlı Kalesi idi. Adakale Kalesi Romanya’da Tuna Nehri üzerinde, Transilvanya Alpleri ile Balkan Dağları arasında Demirkapı Geçidi’nin 4 km. yukarısında bulunan 160.000 m²’lik alana …

    Osmanlı Kaleleri: Adakale Kalesi Devamı »

  • Osmanlı Kaleleri: Akçahisar (Kruya) Kalesi
    Akçahisar (Kruya) Kalesi, Arnavutluk’un orta kesiminde, Tiran’ın kuzeyinde yer almaktadır. Kasaba’nın en eski kısmı kayalık bir yüzey üzerine kurulan, her tarafı sarp kayalıklarla çevrili kaledir. Kale 800 m. uzunluğunda, yaklaşık 275×150 metrelik bir alanı içine alan sura sahiptir. Akçahisar (Kruya) Kalesi, Arnavutluk’un orta kesiminde, Tiran’ın kuzeyinde yer almaktadır. Kasaba’nın en eski kısmı kayalık bir yüzey …

    Osmanlı Kaleleri: Akçahisar (Kruya) Kalesi Devamı »

  • Ertuğrul Fırkateyni “Dostluğun Kanıtı”
    Ertuğrul Fırkateyni Nerede Battı? Ertuğrul Fırkateyni Hangi Ülkeye Gidiyordu? Hangi Padişah Zamanında Hazırlandı? Başındaki Kaptan Kimdi? Ertuğrul Fırkateyni Nerede Battı? Ertuğrul Fırkateyni Hangi Ülkeye Gidiyordu? Hangi Padişah Zamanında Hazırlandı? Başındaki Kaptan Kimdi? Tüm bu soruların cevabını yazımızın detayında bulacaksınız. Dönemin Osmanlı Sultanı Sultan Abdülaziz zamanında (19 Ekim 1863) yılında bir gemi inşa ettirildi. Ertuğrul adını …

    Ertuğrul Fırkateyni “Dostluğun Kanıtı” Devamı »

  • Prof. Ebubekir Sofuoğlu: Google’ı ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han’dır
    Prof. Ebubekir Sofuoğlu: Google’ı ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han’dır Gerçek Gündem’de çıkan habere göre; Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, “Google’ı kullanan, ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han’dır” iddiasında bulundu. Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, “Google’ı kullanan, ilk icat …

    Prof. Ebubekir Sofuoğlu: Google’ı ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han’dır Devamı »

  • Varvar Ali Paşa İsyanı
    Sultan İbrahim başka bir adamın karısına göz dikecek kadar yoldan çıkmış mıydı? İşin aslı nedir? Varvar Ali Paşa neden isyan etti? Detaylar yazımızın devamında… Osmanlı Cihan İmparatorluğuydu. Fakat bazen de boyle talihsiz olaylarda olmuştur. İşte sizler için derlediğimiz İpşir Paşa’nın ve Hazin bir şekilde hayatı sonlanan haklı dava adamı Varvar Ali Paşanın hikayesi. Ders alınması …

    Varvar Ali Paşa İsyanı Devamı »

  • Vahdettin İngiltere’ye Sığınmak İstemiş miydi?
    Vahdettin İngiltere’ye Sığınmak İstemiş miydi? Son Osmanlı hükümdarı ve İslam halifesi Sultan 6. Mehmet Vahdettin (Vahideddin), 16 Ekim 1922 tarihinde İngiliz zırhlısı Malaya ile İstanbul’dan ayrılmış ve ülkesini terk etmişti. Bu ayrılış hikayesinin detayları İngiliz arşivinden bir belgenin ortaya çıkması ile tarih sayfaları arasındaki yerini tekrar akıllara getirdi. Sultan Vahdettin kaçmış mıydı yoksa sürgün mü …

    Vahdettin İngiltere’ye Sığınmak İstemiş miydi? Devamı »

  • Ermenilerin Bölücülük, Faaliyeti
    Ermenilerin İsyanı, Terör ve Propaganda en belirgin şekilde 19. yüzyılda rastlanır. 19. yüzyıla gelindiğinde Sömürgecilik ve milliyetçilik hareketleri Osmanlı Devleti gibi büyük imparatorlukların parçalanmasını hızlandırmıştı. Geri kalmış bölgeleri sömürgeleştiren düveli muazzama adı verilen İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Çarlık Rusyası gibi devletlerin çıkarları Osmanlı Devleti ile birçok yerde çatışıyordu. Türklerin Anadolu’ya gelmesi Anadolu’nun kaderini değiştirdiği gibi …

    Ermenilerin Bölücülük, Faaliyeti Devamı »

  • Ermeni İsyanı ve Terörü
    Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını arzulayan sömürgeci güçlerin, misyonerlerin ve kendisini Osmanlı tebaası olan ortodoksların hamisi sayan Rusların tahrikiyle 1800’lü yılların sonuna doğru Ermeni çetelerin terör ve isyan faaliyetleri başladı. İlk olarak Doğu Anadolu’da başlayan çetecilik faaliyetleri askeri açıdan bir tehdit oluşturduğu gibi sivil halkı da tehdit ediyordu. Azınlık okullarında silahlı eğitim veriliyor, yabancı okullarda Ermeni bölücülüğü …

    Ermeni İsyanı ve Terörü Devamı »

  • Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndan Tehçir İle İlgili Açıklama
    Devlet Arşivleri Başkanlığı tarafından Tehcir ile alakalı olarak sosyal medya hesaplarından açıklamalarda bulunuldu. Açıklamada; “I. Dünya Savaşını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde olayları doğru kavrayabiliriz. Savaşın başlarında Rusların Osmanlı topraklarına saldırması ile Ermeniler bu hücuma destek olmak amacıyla isyanlara başlamışlar ve katliamlar yapmışlardı. Sevk kararı bu izlenimler sonucu verilmiştir. İstila edilen topraklarda Müslüman halkın yaşadıkları, sevk …

    Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndan Tehçir İle İlgili Açıklama Devamı »

  • Sultan İkinci Murat Han ve Hayır Eserleri
    Sultan İkinci Murat Han 1404 yılında Amasya’da dünyaya geldi. Annesi Dulkadiroğlu Süli Bey’in kızı Emine Hatun’dur. 1421 yılında 18 yaşında iken babasının ölümünden 41 gün sonra Edirne’de tahta geçti. Kaynaklar Sultan İkinci Murat Han’ın orta boylu, geniş göğüslü. ablak çehreli, ela gözlü, kızılımsı kumral sakallı olarak tarif etmektedir. Sultan II. Murat Han zamanında halk, askerler …

    Sultan İkinci Murat Han ve Hayır Eserleri Devamı »

  • Vefâtımdan Sonra Sandukamın Üzerine Konulsun!
    Yüce Sultan Mısır seferi esnasında “Vefâtımdan Sonra Sandukamın Üzerine Konulsun!” sözünü niye söyledi. İlimin kıymeti harbiyesinin temsili olan bu sözün meydana geldiği olay nedir… Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ın fethinden sonra, bir gün veziriazam Piri Paşa’yı çağırıp: “Piri lalam! Allâh’ın izni ile Misır’ı fetheyledik. Hådimü’l-Haremeyn olmakla şereflendirildik. Her gittiğimiz tarafta fetihler nasib oldu ve emrimize …

    Vefâtımdan Sonra Sandukamın Üzerine Konulsun! Devamı »

  • Osman Gazi ‘nin Soy Ağacının Dayandığı Son Halka
    Osman Gazi ‘nin nesebinden bahsetmeden önce konuya ilişkin bir kaç söz etmenin yerinde olacağını düşündük. Büyük Selçuklular Anadolu’yu istila etmeye başladıklarında kendilerine tabii aşiretleri parça parça farklı tarihlerde ayrı ayrı Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Bu yerleştirilen aşiretlerin arasında Osmanlı Beyliği’ni kuran Kayı Boyu’da yer almaktadır. Kayı kelimesinin manası muhkem, kuvvet ve kudret sahibi anlamındadır. Damgası …

    Osman Gazi ‘nin Soy Ağacının Dayandığı Son Halka Devamı »

  • Ayas Mehmet Paşa: Vebanın Kurbanı Veziriazam
    Ayas Mehmet Paşa, doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber Arnavutluk/Avlonya yakınındaki Himara’da hayata gözlerini açtı. Pençesinde ve mezar kitâbesinde baba adının Mehmed olarak geçtiği biliniyor. Eğitimine Enderun’da başladıktan sonra ağalıkla saraydan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine Yeniçeri ağası olarak katıldı ve büyük faydalar sağladı. 1519’dan itibaren önce sancak beyi, sonra beylerbeyi olarak hizmet gördü. …

    Ayas Mehmet Paşa: Vebanın Kurbanı Veziriazam Devamı »

  • Enver Paşa-Mehmetçiğin Enver’i-2
    İkinci Bölüm İşte Hasan Ağa başta olmak üzere saf, muhterem köylüler hükümetin büyümesini, iyiliğini istiyorlardı. Bir gün yine bir jandarma köye geldi. Fakat çehresinde bir meyvist? vardı. Hasan Ağa adil bir hükümetin elbisesini taşıyan bir jandarma da ciddiyetle imtizaç etmiş mütebessim bir sima görmek istiyordu. Bu hal Hasan ağayı müteessir etti. Selam verildiğinden, sonra Hasan …

    Enver Paşa-Mehmetçiğin Enver’i-2 Devamı »

  • Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatçıydı
    Kavalalı Mehmet Ali Paşa 4 Mart 1769 tarihinde bugünkü Yunanistan’ın Kavala şehrinde doğdu. Kökeninin Arnavut olduğu sanılmaktadır, fakat atalarının toprak probleminden dolayı Konya’dan Kavala’ya göç ettiği düşünülmektedir. Kavalalılar Hanedanı’nın kurucusu olan Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Sudan’ın ilk hidividir. Osmanlı Devleti’ne karşı ilginç bir şekilde hiç yenilmeyerek başarıyla sonuçlanan bir isyan çıkarmıştır. O dönem, Sudan, …

    Kavalalı Mehmet Ali Paşa Islahatçıydı Devamı »

  • Sultan İbrahim Gerçekte Deli miyidi?
    1. Sultan İbrahim Kimdir? Sultan İbrahim, 18. Osmanlı Padişahı ve 97. İslam Halifesidir. 4 Kasım 1615’te Sultan I. Ahmet ile Mahpeyker Kösem Sultan’ın son evladı ve şehzadesi olarak dünyaya gelmiştir. Sarayda kendine tahsis edilen hocalardan iyi bir eğitim aldığı düşünülmektedir. 8 Şubat 1640 tarihinde ağabeyi Sultan IV. Murad’ın vefatı üzerine hanedanın hayattaki tek şehzadesi olarak …

    Sultan İbrahim Gerçekte Deli miyidi? Devamı »

  • Kölelik Kavramı ve Köle Ticareti
    Kölelik, sıradan kesim insanlardan ziyade, savaşlar nedeni ile yurtlarını kaybedip esir düşen, üst zümrenin elinin altında çalıştırdığı, hayatta kalma mücadelesi veren iş gücü sınıfıydı. Köle, şahsi ve dini görevlerinde hür insanla aynıyken sosyal görevlerinde farklı durumdaydı. Çünkü köle hukuki olarak mal-eşya sayılmaktaydı. Köle kelimesi Türkçe’de köle, kul, bende, halayık, esir, cariye* ve odalık* kelimeleri ile …

    Kölelik Kavramı ve Köle Ticareti Devamı »

  • Osmanlılar Üzerine
    Osmanlılar Üzerine Osmanlılar üzerine konuşacağımız bu yazımda, sizlerle Osmanlıların kuruluş döneminin şartlarını ele alacağız. Hayırla okuyunuz. Oğuz Han’ın soyundan gelen Kayılar, birliklerini sağladıkları vakit ata topraklarından kalkarak uç topraklara yönelmişlerdir. Mukadderat… Dönemi şöyle bir ele aldığımızda; Anadolu Selçukluları yükselme dönemini yaşasa da Sultan Alâeddin’den sonra Selçukluları hiçte iyi günler beklemiyordu. Satılmış emirler ve daha da …

    Osmanlılar Üzerine Devamı »

  • Fatih zehirlenerek mi öldü? Fatih’in hastalığı neydi?
    Son zamanlarda Fatih Sultan Mehmet’in ölümü merak edilen konular arasında. Fatih zehirlenerek mi öldü? Hekimler ilaç yerine zehir mi verdiler? Zehirlenme iddiaları doğru mu? Fatih’in hastalığı neydi? Fatih Sultan Mehmet Han, her daim insanların merakını celbeden, ilgisini üzerine meylettiren çarpıcı bir tarihi figürdür. Padişahın karakteri, büyük hedefleri ve bu hedefleri gerçekleştirme yolundaki sarsılmaz azmi, erişilmez …

    Fatih zehirlenerek mi öldü? Fatih’in hastalığı neydi? Devamı »

  • Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a, Fatih Sultan Mehmet
    Çağ kapatıp çağ açan imparator; sultan, Grand Turco (Büyük Türk), Ebu’l-Feth, Kayser’i Rum ve Roma İmparatoru gibi başlıca sıfatlara sahip olan Fatih Sultan Mehmet Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci padişahıdır. Mehmed’i Sani yani Fatih Sultan Mehmet Han. Mayıs ayının 3’ünde ölüm yıl dönümünü geçirdiğimiz bu büyük Hakan’ı anarken ne kadar tanıdığımızı ve her şeyden önemlisi çağ …

    Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a, Fatih Sultan Mehmet Devamı »

  • Ayasofya Çarşısı nerededir? Yandı Mı?
    Ayasofya Çarşısı nerededir? Ayasofya Çarşısı ne zaman yandı? Günümüzde hala var mı? Ayasofya Çarşısı nerededir? Ayasofya Çarşısı: Ayasofya Camii’nin, yanan Adliye Nezareti binası ile Ayasofya Hamamı’nın önünde barakalardan kurulu, bugün var olmayan eski bir çarşıdır. Ayasofya Çarşısı ne zaman yandı? Günümüzde hala var mı? Ayasofya Çarşısı nerededir? Yandı Mı? Kestane ağaçlarının altında ve duvar diplerinde …

    Ayasofya Çarşısı nerededir? Yandı Mı? Devamı »

  • Dolmabahçe Sarayı
    Dolmabahçe sarayı nerededir? Dolmabahçe Sarayı’nın bölümleri? Dolmabahçe Sarayı’nın mimarisi nasıl? Dolmabahçe Sarayı’nın dekorasyonu nasıl? Dolmabahçe Sarayı’nın ana yapısı ve daha fazlası için yazımızı okuyabilirsiniz. Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu bölge her dönem içerisinde önemli olmuş, bu bölgede padişahlara ait köşk ve bahçeler de yapılmıştır. Hatta Osmanlı donanması açılmadan önce son olarak burada toplanmaktaydı. Saray Beşiktaş’ta bulunmaktadır. Saraya …

    Dolmabahçe Sarayı Devamı »

  • Yıldız Sarayı
    Yıldız Sarayı, III. Selim tarafından annesi Mihrişah Sultan için yapılmış, III. Selim’in babası III. Mustafa adına da rokoko tarzında bir çeşme inşa edilmiştir. Yıldız Sarayı, II. Abdülhamid’in her detayıyla özel olarak ilgilendiği bir saray kompleksi olarak yıldan yıla genişlemiş, yüzölçümü zaman içinde beş yüz bin metrekareyi bulmuştur.Devletin idari merkezi olarak yapılandırılan Yıldız Sarayı, Sultan II. …

    Yıldız Sarayı Devamı »

  • Çırağan Sarayı
    Çırağan ne demek? Neden Çırağan Sarayı deniliyor? Çırağan Sarayı nerede? Çırağan Sarayı kim tarafından yaptırıldı? Soruların cevabı ve daha fazlası için yazımızı okumaya devam edebilirsiniz. Çırağan; Lale Devri’nde (1718-1730), mum ve kandil ışığında yapılan gece eğlencelerine verilen isimdir. Sarayın bulunduğu yerde de bu eğlenceler yapıldığı için saraya “Çırağan Sarayı ” denmiştir. Beşiktaş’la Ortaköy arasında, Lale …

    Çırağan Sarayı Devamı »

  • Beylerbeyi Sarayı
    Beylerbeyi Sarayı ne zaman yaptırıldı? Beylerbeyi Sarayı’nın mimarı kim? Beylerbeyi Sarayı’nın bölümleri neler? Beylerbeyi Sarayı’nda kimler konuk edilmişti? 1829 yılında II. Mahmud Beylerbeyi’nde ahşap bir saray yaptırdı. Mâbeyin ve Harem daireleri, Serdâb Köşkü, Sarı Köşk, Şevkābâd, Küçükyalı, Büyükyalı ve bendegân daireleri, hamamlar, mutfaklar ve ahırlardan meydana gelen bu tesisler bu devredeki en büyük sahil sarayını …

    Beylerbeyi Sarayı Devamı »

  • Hasan Fehmi Paşa: Uyanırsa o da gider
    Sultan II. Abdülhamid Han zamanında gümrük emini olan Hasan Fehmi Paşa bilgili, faziletli ve aynı zamanda sabırlı, cesur bir devlet adamı idi. Gürcü asıllı çalışkan bir Osmanlı devlet adamıydı. Bugün olduğu gibi o devirde de memuriyet yegâne geçim vasıtası olduğu için lüzumsuz birçok memur alınırdı. Bunların çoğu, iş olmadığı için, vazifelerine gelmezler. Fakat ay başında …

    Hasan Fehmi Paşa: Uyanırsa o da gider Devamı »

  • Ralamb Koleksiyonunda 17. Yüzyıl Osmanlısı
    Ralamb koleksiyonunda 17. yüzyıl Osmanlısı adlı yazımızda Osmanlı Devletinin ilk İsveç elçisi olan Claes Brorson Ralamb’ın Kıyafet Albümü koleksiyonuna göz atacağız. Eser Claes Brorson Rålamb tarafında 1657-58 yıllarında çarşı ressamlarına yaptırılmıştır. Aslında koleksiyonun kurucusu, 18. yüzyılın en tanınmış el yazması koleksiyoncularından biri olan oğlu Baron Gustaf Rålamb’dır. Oğlu Rålamb, koleksiyonu 1886 senesinde İsveç Ulusal Kütüphanesine …

    Ralamb Koleksiyonunda 17. Yüzyıl Osmanlısı Devamı »

  • Mürur Tezkeresi Nedir? İstanbul’a Herkes Giremezdi!
    Mürur Tezkeresi nedir? İlk defa hangi padişah zamanında uygulanmaya başlandı? Uygulama nedenleri nelerdi? Mürur Tezkeresinde hangi bilgiler içerirdi? Ne kadar süreyle kullanılırdı? Ne zaman kaldırırlmıştır? Mürur Tezkeresi: Osmanlı topraklarında seyahat etmek isteyen yerli ve yabancı şahısların, rahat bir şekilde seyahat edebilmeleri için verilen izin belgesi, bir tür pasaporttu. Osmanlı Devleti kendi vatandaşlarına da Mürur tezkiresi …

    Mürur Tezkeresi Nedir? İstanbul’a Herkes Giremezdi! Devamı »

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top